webnovel

B. 2

Olmuyordu, anlamıyordular. Ama umurumda değil olsunlar artık lütfen.

"Hayır falan yok! Barışıyoruz, hadi!" Zorla mı amk? Zorla arkadaş olucak mıyız? Saçmalık. Oturduğum yerden kalkıp, kapıya doğru giderken, Çiçek kolumdan tuttu. Bu beni daha da sinir etmişti oysa ki.

"Bırak artık beni. Vaktinde döneydiniz. Vaktinde güvenseydiniz. Senin binemediğin tren geçti gitti. İstasyona geri gelir mi bilmem, Çiçek" dedim. Ve kolumu büyük bir sinirle çektim. Kapıyı açtım. Ayça birşey söylemek isterken, yaptığım sadece onu ve kendimi okuldan çıkarıyor olmaktı.

Peşimizden Kaya seslendi. Sorun bakalım döndük mü? Hayır tabiki de. Hatta Kaya peşimizden bile geldi. "Eftalya! Lütfen dur! Onları dinledin, bari beni de dinle!" Hızlı adımlarla gidiyorduk dümdüz yolda. Biz "hâkimlik" binasının önüne geldiğimizde bize yetişmişti.

Çok doluydum. Bugün 3 gün olmuştu. Bir baktım ki Çiçek ve Meltem de buradaydı. Benim için mi koşmuşlardı? Yoksa, kendilerini haklı çıkarmak için mi geldiler peşimden?

"Ben anlamadım hiçbir şekilde senin neden böyle davranmaya başladığını,"...ben de bilmiyorum ki Kaya... Bilsem. "Seni üzmek istemedik. Senin hayatının problemleri zaten bizimkinden çok fazla-" "Herkesin porblemi kendine fazla" diye kestim sözünü. Yürümeye devam ediyorduk. Meltem önden yürüyordu, belli ki onu kırmıştım. Çiçek sürekli konuşuyordu. Anlatıyordu. Benim yanlış düşündüğümü, artık benden hiçbir şey saklamaması gerektiğini öğrendiğini anlatıp durdu. Kaya da susmuştu artık. Ayça da konuşmuyordu. Ve Çiçeği dinleyen sadece bendim.

"Eskisi gibi olabilir miyiz yani?" diye elini uzattı. Sıkmak istemedim önce. Ayça'ya baktım saniyelik. Sanki bana "affet artık" der gibi bakmıştı o saniyede. Onun da arkadaşlarıydı onlar, ama benim yüzümden o da onlarla konuşmadı o süreçte.

Sıktım elini. Ve yüzüne baktım. "Ciddisin değil mi?" dedi. Gerçekten mutlu oldu mu? Evet, galiba. Önce sarıldı. Sonra Meltem'e seslendi. O da gelip sarıldı. Ben Meltem'e daha çok sarılmıştım. Durduk 20 saniye öyle.

En son herkes bırakmıştı ki, Kaya durdu karşımda... Artık gözyaşlarımı tutamayacak hale gelmiştim ama hala tutuyordum. Sımsıkı sarıldı bana. Çünkü benim abim di. Kızların üçüsü de biliyordu, gerçek abimin ve kardeşimin bana o sevgiyi göstermediğini. Ben de abim olarak Kaya'yı görüyordum zaten.

Bazen ne kadar salak, gerizekalı veya deli gibi davransa da bana iyiydi. Dördüsü de bana çok iyi geliyordu. Durağa gelinceye kadar konuşmadım. Herkesin yüzü gülüyordu. Hatta Aslan da gelmişti yanımıza. Benim durakta durmam gerekmiyordu, çünkü evim yakındı. Ama hepsini uğurlayıp öyle eve giderdim. Durduk.

"Ayça sevgilim, bugün gezmeye gider miyiz?", dedi çok bilmiş eniştem. Ayça'ya baktım. Yüzü düştü. Çünkü bugün zaten eve erken gitmesi gerekiyordu. Çünkü misafirleri vardı akşama.

"Aslan parçam, çok ama çok istiyorum ama bugüne misafir var. Benim mom da erken gel demişti zaten" diye sevdiceğine sarıldı.

"Aşko, ben Meral teyzeyi arıyorum. Sen sevgilinle gezmeye gidiyorsun. Ben de senin yerini tutuyorum. Anlaştık?" dedim, canımın içi öyle üzülünce.

"Bestie'm ya... Anan izin vermez sana! Hem sonra kızar falan?" dedi. Haklıydı biraz. Ama ben sabah akşam için bütün yemekleri hazırlamıştım. Sadece ısıtıp yiyebilirlerdi.

Cebimden telefonumu çıkartıp anamı aradım. "Efendim Eftalya?" dedi ters bir şekilde. "Anne, ben bugün Ayça'lara gidiyorum. Herşeyi hazırladım. Sadece ısıtıp yiyebilirsiniz." sakince ama hızlıca söyledim.

"Neden?" dedi, çünkü o her zaman sebep arardı. Herşeyde... Hatta bu sepeble Kaya ile arkadaş olduğumuzu falan da bilmiyordu. Mazallah, sevgilim falan sanır.

"İftar veriyorlar. Bugün sabah söyledi. Bende sana sormayı unuttum. Gidiyorum yani?" bugün eve döndüğümde iyi bir dayak yiyecektim, buna adımın Eftalya olduğu kadar eminim ama aşkom için değerdi.

"Tamam. Ama geç gelirsen babanın elinden alamam. Ve telefonunu sessize alayım deme" böyle böyle şeyler sayıyordu ve bittiğinde telefonu kapattım.

"Evet, izin alındı. Şimdi siz aşk böcüşleri, gezmenize, ben de Meral teyzem bebeğime yardıma Oki?" diye sevinçle söyledim. Ama korkum tavan yapmıştı. Yine de değerdi.

"Bak diyorum ben, benim baldızım tektir be. Cansın Talya" Tabi canım işine gelince baldız da oluyoz biz.

"Enişte valla ayıp ediyon şimdi. Biz burda neyiz? Biz de baldızın değil miyiz?" diye giderlendi, Çiçek gülüm. "Valla Çiçek, siz ayrısınız. Bir Talya bir siz. Onun yeri zaten Ayçada da ayrı. Neyse, millet ben kaçırıyorum sevgili arkadaşınızı, hadi eyvallah!"

Onlar gitmişlerdi.

Biz ise bekliyorduk durakta. Huf... Şimdi benim de otobüse binmem gerekmişti. Okul üniformamı bile çıkartmadan gidiyordum, Ayça'nın kıyafetlerinden giyerim eve varıp.

Çiçek ve Meltem gelen otobüse binmişti. Ben ve Kaya hala duruyorduk. İkimiz de aynı otobüse binmeliydik. Birden bire nereden çıktığı belli olmayan iki kız geldi yanımıza.

"Oooo, Taş efendi nasılsınız?" dedi daha asi görüneni. "Naber Kaya?" dedi diğeri de. Kimdi ki şimdi bunlar?

"Merhaba kızlar," utangaç herif ya," nasılsınız? Yeşim deme şöyle! Taş değilim ben!" diye çıkıştı Kaya. Abi ben bu çocuğu da anlamıyorum bu arada.

Çocuk zengin ailenin tek oğlu ama hala otobüs ile gidip geliyor okula. Yatıp kalkıp baba parası yemesi lazımdı ama yapmıyordu ki. Hatta yetmiyor bir de çalışıyordu diye biliyorum bu Demircioğlu şirketlerinin sahibi Kenan Demircioğlu'nun tek oğlu, Kaya Demircioğlu.

Bende yanlarına gittim. Daha doğrusu, yanlarındaydım ama şimdi konuşmaya karar verdim. "Merhaba! Ben de Eftalya'yım" diye atıldım. Dur geri bas Eftalya aşkım bebeğim, noliy sana yani?

"Tanıştığımıza memnun oldum, Eftalya! Ben Yeşim. Bu da Mercan. Kaya'nın eski sınıf arkadaşlarıyız," dedi isminin Yeşim olduğunu daha yeni öğrendiğim kız.

"Siz sevgili misiniz?" diye de pat diye sordu adı Yeşim olan kız. Nasıl yani? Bu böyle pat diye sorulmazdı öncelikle, hem noliy ya ne sevgilisi?!

"Ne sevgilisi Yeşim! Kardeşim Eftalya benim" diye ikimizin yerine de cevabı Kaya vermiş oldu.

"Ben sadece okuldan arkadaşıyım. Sevgili falan değiliz" diye ben de kendi yorumumu kattım. Mercan'i demin yüzü düşmüş gibi duruyorken şimdi güller açıyordu. Böyle böyle, konuşa konuşa otobüs yolculuğu da yaptık. Sonra inmek için yerimden kalktım ve Yeşim ile Mercan'ın da benimle aynı durakta ineceğini gördüm.

Birlikte indik. Hatta aynı mahalleye girdik. Durun yalnız burası mahalle olamazdı ki. Cennetten bir köşe gibiydi. Doğrudur, Ayça aşkım bebeğim biraz zengin bir ailede büyümüştür ama burası yeni taşındıkları evdi. Ve ben ilk kez geliyordum.

"Siz burda mı yaşıyorsunuz?" diye sorduğumda cevabını bekliyordum. "Ben burada yaşıyorum. İlerdeki evlerin ardındaki evde. Mercan ve bizim proje ödevimiz vardı. Mercan bize gidiyor" diye ekstra da bilgi vermiş oldu Yeşim.

"Ah ne güzel. Size iyi çalışmalar o zaman. Ben de arkadaşımın annesine yardıma geldim" dedim ve vedalaştık. Ben evlerine gelip zili çaldım.

"Ah, Eftalya? Nasılsın?" diye bizim kafa dengimiz, Ayça aşkım bebeğimin karşı, Alya açtı kapıyı. Birazda etrafa falan baktı, Ayça'yı yanımda arıyordu galiba.

"Şşşt, kız naber nassın?" dedim, sanki mafyalarla bir masada oturuyoruz gibi sessiz konuştum. "Bakınma öyle, Ayça yok. Hadi gireyim kay kenara" diye içeri hopladım. Mutfak zaten de direkt olarak sağ tarafta idi. Hemen oraya girdim. Meral teyze hazırlık ile uğraşıyordu. "Meral teyze! Nasılsınız?" dedim, utanıp çekinmeden. Meral teyzem den neden utanayım ki hem?!

"Eftalya, kızım nasılsın? Ayça geldiyse hemen çağır, Alya haydi daha bir ton iş var" diye hızlı hızlı söylüyordu, mutfakta bir sürü yemek aynı anda pişmeye çalışıyordu ki.

"Meral ablam teyzem, Ayça'nın okulda işi biraz uzun sürdü. Öğretmeni yardım istedi. Bu yüzden de Ayça beni yanına gönderdi. Daha doğrusu ben gelmek istedim. " dedim çaktırmadan.

Kadıncağazın zaten şu anda bir el yardıma hayır diyeceği yoktu. Gidip Ayça'nın odasından kıyafetler alıp giydikten sonra hemen yardıma giriştim.

İftara yarım saat kalmıştı. Birkaç tane misafir gelmiş, misafir odasında sohbet ediyordu Meral ablam teyzem ile. Ben ve Alya da mutfağı toparlıyorduk.

"Eeeee, Eftalya ablam kuzum, anlat bakem, nerelerde neler yapıyor şu anda benim Ayça ablam?" Ve evet sonunda sordu Alya da. "Valla gülüm, ben de bilmiyorum nerede olduğunu. En son duraktan enişte ile ayrıldılar kol kola, sarmaş dolaş.... Sonrası artık enişte bebeğimin nereye götürdüğüne bağlı..."diye cevapladım bardakları kurularken.

"Hayırsız abla yemin ederim. Bizim burda canımız çıktı hazırlıkları yetiştirmek için. Kız gezip tozuyor. Anam soracak ama bunu ona" dedi biraz sinirli ama yalancı sinirli ton ile. "Hani kız, Mira ile Selim nerdeler?" diye diğer kardeşleri sordum.

Hani ben, Ayça ve Alya deliyiz, kafa buluyoz ya bir birimiz ile... Ahanda bu Mira ve Selim de bizim minik düşmanlarımız. Ne yapsak suç işlemiş gibiyiz onların gözünde.

"Ben ismimi duyar gibi oldum" diye mutfağa eli telefonlu bir adet Mira girdi. Saçına başına dikkat et be güzelim. Valla birazcık, Ablanın 10 da 2si kadar, ablana benzesen yeter. Seni kimsecikler almaz bu halinle. Hani diyorum, daha yeni ergen, öğrenir falan ama yok nafile.

"He, Ben sordum. Kız gelsene ya... Sanki hergün size geliyorum. Biraz bırak şu sanal arkadaşlarını" dedim kızar gibi yaparak. "Bak Eftalya bebişim, ben büyük bir kızım artık. Kiminle konuşuyor olduğuma karışamazsınız." Laflara bak laflar. "Kız sen ne zaman büyüdün? Daha dün bile ağlıyordun bebeğini elinden aldılar diye" dalga geçtim. Alya ikimiz güldük.

Bana diyor musun bile demedi, birazcık mendil alıp mutfaktan çıkıp gitti, çok değerli telefonu ile.

İftar vaktine az kala Ayça gelmişti. Anam, getirdiği çiçeği eve gizli gizli soktuk hemen kendi odasına götürüp geldi. İftar falan derken, ben geç olmadan eve gitmek için izin istedim.

"Bekle Nutella, babamla bırakalım seni. Hadi gel arabayı çalıştıralım." dedi askılardaki anahtarları alırken. Gidip arabaya bindik. Birkaç dakika sonra babası gelmişti. Araba ile pek te uzak olmuyordu galiba. Hesaplamalarıma göre tam 23 dakika sonra bizim apartmanın önüne gelmeliydik.

Ve yanlış hesap... 22 dakika 45 saniyede gelmiştik apartmana. Hesabım yanlış çıkınca sinirlendim ama takmadım kafaya pek. Vedalaştık Ayça ile ve eve gittim.

Anahtarım ile kapıyı açıp girdim. Hepsi salondaydı ve masa toplanmıştı. Hepsine geçiştirip selam verdikten sonra mutfağa gittim. Tabiki bulaşıklar beni bekliyordu. Daha ne olucaktı ki zaten...

Biraz kısık bir ses ile şarkı açıp, bulaşıkları yıkadım. Ocağı yıkadım. Buzdolabını sildim. Yeri süpürdüm ve paspas ile de fayanslari geçtikten sonra, odama girdim.

Banyo yapmak için birkaç parça kıyafet alıp banyoya girdim. Rahat ve ne soğuk ne sıcak olan su ile banyo yaptıktan sonra, giyinip banyodan çıktım. Saçlarımı kuruttum. Okul kıyafetlerimi çamaşır makinesine atıp, makineyi çalıştırdım.

O zamana kadar bizimkiler uyumak için odalarına gitmişti. Abim ile kardeşim zaten salonda uyuyordu. Ve benim odam diye tabir ettiğim yer aslında onların odası idi. Ama bu oda küçük olduğu için ben kullanıyordum ya.

Yer yatağımı yapıp kendimi uykuma teslim ettim. Bugün için dayağı yarına geçirmişlerdi galiba. Kendimi hazırlamam gerekti.

Yatakta öylece uzanıyordum. Uykum yoktu, kalktım. Yatağımı topladım. Kafamı kemiren hamsterler vardı ve rahat vermiyorlardı. İki gün boyunca karşılaştığım Okyanus ve Çiçek samimiyeti beni delirtiyordu.

Nedenini bilmiyorum, onların saminiyetinin sebebi ikisinden birinin veya ikisinin da aşık olması olabilir miydi? Sevgili olabilir miydiler?

Zaten bu Okyanus birden çıkmıştı. Nereden ve neden olduğu bilinmiyordu. Sadece pat diye gelmişti.

Peki o zaman, Çiçek bana neden anlatmadı ki sevgili olduklarını falan. Ama Çiçek anlatırdı. O zaman sevgili olamazlar.

Gece lambamı açtım. Masama bir sürü kağıt ve kalem ve silgi koydum. Denklem yapmam gerekiyordu. Yüzdeki orantıları hesaplamalıydım.

Kağıda sürekli yazıp çizip siliyordum. Bütün olasılıkları hesaplıyordum. Her ayrıntıyı gözümün önüne getiriyordum. Davranışlarını inceliyordum. Aklımdan çıkmaz benim aklıma kazıdığım olaylar veya herhangi bir başka şeyler.

Bunu çözmek için harika bir plan yapmıştım. Onlara sorarsam karşı çıkarlardı. Bu yüzden bu kusursuz planımı çalıştırmak zorundaydım.

Ve masada uyuya kalmışım. Kafamdaki soruların cevabını kendi planımla bulma düşüncesini kafam gezdirirken.

Aradan bir iki gün geçmişti. Okul hayatım biraz inişli çıkışlı geçiyordu. Çünkü hocalar durmadan proje ödevleri veriyordu. Artık kafam kaç ödev aldığımı hesaplayamaz hale de geldi.

Yine okula gelmiştim. Sabah dersleri bitmemişti. Kütüphaneye gidip, kütüphaneci abla ile biraz sohbet falan ettik. Sonra ordan çıkıp, dışarıya gitmiştim. Bizim tayfa daha ortalarda gözükmüyordu.

Telefonumu çıkartıp bölüm okumak isterdim ama okula telefon getirmek yasaktı. Öğretmenler görürse alırdılar. Gizli saklı tayfadaki herkes getiriyordu hem okula.

Sonra ders bitimine az kala koridora geçtim. Çiçek'in sınıfı tam karşımızda olduğu için o da yanımda idi. Ders bittiği, zil çaldığı gibi hemen çantalarımızı koyup dışarı çıktık. Herkes gelmişti.

Bizim tayfa'yı okulda herkes bilirdi bu yüzden her yerde bizim adımıza yerler vardı. Mesela, okulun bahçesinde iki tane üstü kapalı oturma alanı vardı, biri bizim, biri reis olan kişinin di. Sonra büyük yemekhanede kendi masamız vardı, bir de reisin ayrı masası vardı. Kütüphanede kendi köşemiz vardı, reis'in kendi köşesi ama oraya reisler pek uğramaz ya...

Üstü kapalı oturma alanımıza gittik. Herkes birşeyler söylüyordu ama dinleyemiyordum, çünkü aklım planımdaydı. Uygulamaya koymak için reis'in sürekli yanımızda olması gerekiyordu oysa. Ama yapardım ben bunu.

Yanımızdan geçen bir kız öğrenciyi tutup kulağına birşeyler söyledim. Sözüm geçiyor ağa okulda.

Hemen koştu yapmak için. Diğerleri ne yaptığımı düşünüyordu. Ama sır vermem ağa. Plan tıkır tıkır işlemeli bunu için de kimsenin haberi olmamalı.

Birkaç dakika sonra göründü bizim reis, bizim oturma alanımızın girişinde.

"Oooo, reis efendi hayırdır? Hangi dalgan attı buraya seni" dedim. Sinirden okyanus mavisi gözlerinde fırtınalar çıkıyordu. Öfkeliydi. Bana.

Dur bakalım reis efendi, bu daha başlangıç...