1 B. 1

Gece saat 00.05 de halamlardan çıkmış eve dönüyorduk. Arabada kimse konuşmuyordu. Eh tabi, herkes yorgundu. Annemle kardeşim  uyuyor iken, abim sadece camdan dışarıya bakıyordu. Bende aynısını yapıyordum. Küçüklükten beri bu şekilde, şehir merkezinden eve dönersek sürekli camdan dışarı bakardım.

3 dakikalık bir izlemeden sonra telefonumu açtım. Arabada müzik açık olduğu için dinleyemiyordum. Wattpadde okuduğum kitabı açıp bir bölümünü okuduktan sonra bıraktım. Kafamda düşüncelere geziyordu. 2 gün önce en yakın 4 arkadaşlarımdan, Çiçek, Kaya ve Meltem ile kavga etmiştim.

Ve okulda ne kadar konuşmasak da eve gelip sosyal medyaya girdiğimizde bana sürekli sorular sorup duruyordular. Doğru, onlarla kavga eden bendim. Çünkü bana cidden güvenmiyorlardı. Ben onlara çok güveniyorum. Ama onlar güvenmedi ve ben de kavga çıkarttım. Artık onları hayatımda istemeyecek dereceye kadar gelmiştim. 2 günde bize ne olmuştu? Parçalanmıştık... Bir tek onları suçlamıyorum ama sadece ben de suçlu değilim.

Eve giderken bütün yol bunu düşündüm. Hatda bir ara aklıma barışmak geldi ama hayır... Ben onlara tekrar güvenene kadar konuşmayalım dedim... Ve konuşmak istemiyorum... Onlara güvenmek istiyorum...

Eve geldiğimizde saat 01.00'e 20 dakika vardı. Önce üstümü değiştirdim. Sonra geçip odamdaki dağınık şeyleri topladım. Sonra yatağıma geçtim. Aklımda aynı düşünceler varken uyuya kalmışım.

Sabah aslında erken uyanmama gerek yoktu ama ben gene de uyandım. Evet okul vardı ama okul 2 vakitliydi, sabah ve öğlen... Ben bu hafta öğlen okuyordum, Çiçek, Kaya ve Meltem de...

Önce kalkıp odamı toparladım. Sonra yıkanıp telefonumu kurcalamaya başladım, çünkü kahvaltı yapmam gerekmiyordu, Ramazan ayının son beşinci günündeydik. En sevdiğim ay...

Ödevler varmı diye kontrol ettim, olmadığını görüp, telefonumda gene Wattpad'deki canım sevdiğim ve bitirmeme az kalan kitabım olan "Okulda Sapık Var" isimli kitabı okumaya başladım.

Aradan baya vakit geçmişti, ben evi toparlayıp okul için hazırlanıp sonra da evden çıktım. Yolda Ayça ile karşılaştık. O da bizim grubun beşincisi. Hatta bir ara Kaya ile sevgili oldular ama sonra ayrıldılar. Şimdi Ayça'nın başka sevgilisi var zaten hem. Ama Kaya gerizekalısı gene de Ayça ne zaman üzülse yanında bitiyor. Ayça benim en ama en yakın arkadaşım. Onu sevdiğim kadar kimseyi sevemem şu dünyada.

Ayça ve Kaya bizden bir yaş büyüktü, Meltem ise bir yaş küçük. Ben ve Çiçek aynı yaştayız. Ama ayrı sınıflarda okuyoruz. Okula geldiğimizde daha sabahki öğrencilerin dersi bitmemişti. Biz de gidip önce kantinde oturduk ama sonra orda işimiz yok olduğu için okulun bahçesine çıktık ve banklardan birinde oturduk.

"Barış istersen artık" dedi Ayça, üzgün ve asık olan suratıma bakarak. "Bana güvenmiyorlar ki, Ayça" diye biraz sustum ve sonra devam ettim, "Bence güveniyorlar, sadece... Seni üzmek istemedi Çiçek... Hem... Anlamıyorum, tamam Çiçek ile kavga ettin ama Kaya ve Meltem ne alaka?" diye sordu. Çiçeğin yaptığını onlarda yapardı ya... Onlarda bana güvenmez...

"Uff... Bilmiyorum Ayça... Şu anda onlarla hiç konuşmak istemiyorum" dedim.. Evet istemiyordum çünkü... "Hem baksana okulda gelmiyorlar bile yanıma..." diye bitirdim cümlemi.

Sonra ikimizde sustuk. Öylece sabahki öğrencilerin ders bitiş zilini duyana kadar oturduk sadece bankta. Zil çalınca ikimiz de çantalarımızı sınıflarımıza bırakıp dışarı çıktık.

Meltem ve Çiçek biraz ötede duruyorlardı ama Kaya yoktu. Büyük ihtimalle uykucu daha gelmemişti. Yanlarına varmayacaktık tabiki de... Onun yerine okulun binasından büyük olan bahçesinde dolanmaya başladık.

Biraz yürüdükten sonra dönüp geri onların durdukları yere baktım. Yanlarında bir erkek daha vardı. Kimdi ki bu şimdi? Bizden büyük gibi gözüküyordu. Herhalde Ayça ve Kaya'nın sınıf arkadaşıydı.

"Ayça, kim o çocuk? Tanıyor musun?" diye Ayça'ya sorarken, elimle çocuğu işaret ettim. "Evet," dedi, sonra devam etti, "sen bilmiyor musun? Kendisini reis ilan eden Okyanus o... Hani bu sene ikinci dönem okula geçen 2 senenin reisi, Murat reis gelmişti ya... O zaman Okyanus reisliği aldı Murat reisten". Bu ne saçmalık böyle? Hani noluyor ki reis olunca? Kendi çöplerini temizleyemeyen erkekler gelmiş koskoca okula reis olacak? Anam, beni koyun onun yerine diye bağıracağım şimdi şurada...

"Onlar ne yapıyor acaba ucube reis ile?" Evet bu soru sorulurdu ya... Merak işte durmaz... "Bilmem ama galiba Kaya'nın akrabasıydı Okyanus, yanlış hatırlamıyorsam" dedi Ayça, biz çoktan onlara bakan bir banka geçip oturmuşken. "Neyse, ufff, gelip aslında inatla özür dileseler... Güven verseler, affedicem ve barışacağım ama işte yapmıyorlar". Evet yapmıyorlar ki...

Ders başlayana kadar ordan oraya yürüye yürüye en son merdivenlerin orada ayrıldık Ayça ile. O ikinci kata sınıfına gitti, ben de kendi sınıfıma girdim.

Bizim sınıfta 5 kız vardı (sadece benim okuduğum bölüm de). Benden başka 4 kız vardı yani. 21 öğrencinin kalanı da erkeklerdi.

"Selam" diye teker teker, Meryem'e, Hatice'ye, Buket'e ve Gülcan'a selam verip, en önde olan sırama geçtim. Ders başlamak üzere olduğu için kitaplarımı ve defterlerimk çıkartıp, hocanın gelmesini bekledim. Aslında gidip kızlarla konuşabilirim falan ama onlarla aram o kadar da iyi değil ki...

Bütün dersler teker teker bitiyordu. Ben de her tenefüste koridora çıkıp bekliyordum, gelip özür dilerler mi acaba ümidi ile... Ama nafile... Sadece duruyordum. Ayça da aşağıya inmiyordu, çünkü dersleri pek sevmeyen kız olduğu için sürekli uyuklayıp anca son dersi dinler hep.

Okul bitişinde Ayça'yı beklemedim. Çünkü zaten bugün onların 5 dersi vardı ve erken bitiyordu dersleri. Eve tek başıma dönmem gerekiyordu. Aslında hiç sevmem tek kalmayı ama yalnızlığı severim...

Eve geldiğimde aklımda bugün olmayanlar vardı. Mesela, bugün iftara ne yapacaktım? Ne kadar istemeyerek olsa da, annemi aradım ve yapmam gereken yemekleri söyledi.

Önce biraz dinlendim, sonra da yemekleri yaptım. Ödevlerimi de bitirdikten sonra geçip edebiyat dersinden verilen proje ödevimi yapmaya başladım. Bir komedi hakkında projeydi, Gülcan ile birlikte yapmamız gerekiyordu ama ben kendim yapmayı tercih ettim, Gülcan da kabul etti tabi.

Birkaç şey yazıp bıraktım. İftar vaktine az kalmıştı ki annemle babam da eve geldi. Yemekten sonra herşeyi temizleyip odama geçtim. İşim gücüm yoktu ama yürütmem gereken 3 tane Instagram hesabım var ve bu yüzden de oturup ne hakkında post koymam gerektiğini düşündüm.

"Eftalya!" "Efendim, anne?". Sürekli bağırmak zorundalar sanki. Odamdan çıkıp, mutfaktan seslenen annemin yanına gittim. "Ne bu mutfağın hâli? Sürekli benim mi söylemem gerekiyor bu dolapların silinmesi gerektiğini?" Gece gece ne bu saçmalık Allah'ım ya! "Anne, sildim ya ben dün burasını! Gidin şu bütün gün o insan katili olunan oyunu oynayan oğlunuza deyin ne diyecekseniz!" Ve yüzüme tokadı yedim. Tabi, kardeşime laf söylemiştim çünkü... Oğullarına hiçbir şey diyemem ya.

Yine ağlaya ağlaya sildim dolapları. Ama annemin vurması üzerine falan değil, neden bu ailede doğduğumu sorguluyor olduğum için... Hani neden dünyada kız ve erkek eşitliği yok ki? Neden aileler oğullarını daha çok sever mesela? Anneler... Neden kızlarını anlayamaz? Ya da sadece benim annem mi öyle?

Aslında acı çektiğim nokta, annemin vurması değil, çünkü artık alıştım, ne yapsam da yine dayak yiyecektim... Asıl acı çektiğim nokta, hayatda güvendiklerimin beni hayal kırıklığına uğratması...

Ağlaya ağlaya uyuya kalmışım yine... Sabah olduğunda yine evde kimse yoktu.. Kısır döngüsü gibi, yine dünkü şekilde okula gittim. Ama bu sefer Ayça ile okulda karşılaştık. Çok üzgün ve mutsuzdu, çünkü Aslan ile kavga etmişlerdi. Bana anlatırken yavaştan gözlerinden yaşlar akıyordu bile.

"Ayça, lütfen ağlama... Bak, yine kavgaya sen başlamışsın... Sen demiyor musun, o çocuk ailesi ile zor zamanlar geçiriyor diye? Seni seviyor o, ben kaç kere şahit oldum" dedim ve sustum.

Aslan bizim okuldan pek de uzakta olmayan okulun "reis'i" diye biliniyordu. Aslında tanışmaları, Ayça ve Kaya'nın ayrılmasına yakın süreçte olmuştu. Tabi ki o zamanlar da Ayça Kaya'yı seviyordu ama Kaya düzgün gezmiyordu. Bu yüzden ayrılmışlardı zaten. Ve sonra nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde öğrendim Ayça ve Aslan aşkını...

Ve şimdi de Aslan'ın onu aldattığını düşünüyordu Ayça... Ama bu mümkün olamazdı çünkü Aslan'ın ne kadar aşık olduguna şahit oldum kaç kere... Hatda bazen ben Ayça'yı Aslandan, Aslan da benden kıskanır... Eh ama kankamı kıskanma hakkına sadece ben sahibim dimi?!

Ayça biraz ağlayıp sakinleşmişti. Onu sınıfına kadar götürdüm. Sonra da boş boş koridorlarda gezmeye başladım. Okulumuz neden fazla büyük değildi acaba? Aslında 5 ayrı bina var okulun alanında ama hala da binalar büyük değildi. 2 tanesi zaten yemekhane ve kantindi, geri kalan 3 binanın da birisi ilkokulu, birisi ortaokulu ve bizim binamız da liseydi. Aslında ortaokul iki ayrı binaya bölünüyor, bir bina tümüyle ortaokul iken, 1 kısmı da bizim lise binamızda idi.

Evet, okul baya karmaşıktır ama 10 yılımın geçtiği okulu ezbere biliyordum ben. Her ayrıntısına kadar hatta.

Derslerin başlamasına daha uzunca bir süre vardı. Bu sebeple kendime okulun alanında gezme yetkisini verdim. Ağaçların altında kalan yoldan yürüyüp geçip, lise binası ve geri kalan 2 binanın arasını bölen büyük araba alanından yürümeye başladım. Voleybol sahasını geçtim, futbol sahasını geçtim, şimdi sağa dönüp dümdüz yürüyordum.

Adımlarımı yavaş yavaş sayarken, yere bakıyordum, daha doğrusu ayaklarıma. Bu yüzden de yürürken karşıdan gelen bedene çarptım.

"Hey, önüne baksana!" dedi o kişi. Kafamı kaldırıp baktığımda, çarptığım kişinin Okyanus ucube reis olduğunu gördüm. Yanında da 2 tane daha yanqdaşı vardı. O ikisi sırıtıyordu. Okyanus ise sinirli bakışlar atıyordu bana.

"Özür dileriz be... Ne bağırıyorsun?!" diye atarlandım, giderlendim. Okuduğum "Meslek Liseli" ve "Okulda Sapık Var" kitaplarındaki idollerim olan Mısra Türkmen ve Ezgi Türkoğlu öyleydi çünkü... Güçlüydü ve reislere boyun eğmez ama eğdirirlerdi... Ama bu Okyanus denilen çocuk, Aykut Dinçsoy veya Kutay Aksoy değildi, ve onlar gibi davranamazdı.

"Neyin atarını giderini yapıyorsun küçük hanım? Ve ayrıca reis ile nasıl konuşacağını bilmez misin sen?" dediğinde iki kaşım çatılmıştı bile. "Küçük hanım anan olur, ve hayır bilmem. Öğretmek ister misin?" dedim gözlerimi ona dike dike.

"Reis, bence bırakalım yavru ejderhayı, başımıza alev falan saçmasın şimdi" dedi arkadaki çocuklardan birisi. Sinirlenmiştim doğal olarak ama sadece ters bakış atmaklar yetindim.

"Bak bana reis misin nesin... Umrumda değilsin, bana sataşmadan gez eğer geziyorsan! Yoksa-" dediğimde bileğimden tuttu ve sıkmaya başladı. "Yoksa ne? Konuşsana küçük şey? O çok konuşkan dilini mi yuttun yoksa? Asıl sen bana sataşma... Yoksa gözünün yaşına bakmam ve şimdiki gibi gözümü yaptığına kapatmam" dedi. Konuşamadım çünkü bileğim acıyordu. Ve bileğimi bıraktığı gibi benim geldiğimi tarafa doğru iki yandaşı ile yürümeye devam etti.

Bu vakite kadar kesin zil çalmıştı. Koşa koşa binaya doğru gittim. Sınıfın kapısını açtığımda daha öğretmenin olmadığı görüp hemen yerine oturdum. Kızlarla selamlaştım ve sonra hoca gelene kadar geçen ders okuduğumuz paragrafı incelemeye başladım.

İlk ders bittiğinden sonra, Ayça'nın yanına gittim. Tenefüste konuştuk ve ben sınıfıma geri döndüm. Bu ders Biyoloji idi. Hocayı sevmem pek, biyolojiye de fazla ilgim yok ama bu derste başarılıyımdır.

"Çocuklar, çoğunuzun da duymuş olduğunuz üzere, 7 Mayıs'ta okulumuzda Teknoloji Festivali yapılacak. Festivalden ben sorumlu olduğum için sizlere biraz bilgi vermek istedim" dedi patates kafalı Bilal hoca. Diyorum, seni kim koydu şu festivale sorumlu yaparak. Ama neyse...

"Festivalde yarışmalar olacak, isterseniz başvurup siz de katılabilirsiniz. Ve ayrıca bazı sergiler olucak. Hatta yoğun istek üzere kermes de olmasına karar verdik. Yardımcı olmak için kermese istediğiniz şeyi pişirip veya hazırlayıp getirebilirsiniz" dedi ve birkaç tane daha bilgi verdikten sonra ders işlemeye başladık.

Bir ders bitiyor diğeri başlıyordu. Şimdi de son ders, dünya tarihi dersi... İyi haber şu ki, hoca yoktu. Kızlarla toplandık ve konuşmaya başladık.

"Eftalya, ne olur sen de gelsen ya bizimle?" diye gene ısrarlarına başladı Meryem. Ramazan bittikten sonra birlikte, şehirdeki ünlü mekanlardan birine yemeğe gitmek istiyordu bizimkiler. Bende birazcık istiyordum ama para lazım abi... Bende yokki... Anamlar verir mi sanıyorsunuz? Onlar anca oğullarına verir ya...

"Gelemem diyorum Meryem ya... Annemler izin vermez" diye niyetinden döndürme çabalarına girdim. Ama nafile, ısrar da ısrar, inat da inat "Annenden ben sorarım bak!" dedi. Buket ve Hatice zaten benimle pek ilgilenen kişiler değil. Gülcan'ı zaten ben pek sevmem. Bu yüzden ısrar eden tek kişi Meryem olur her zaman.

Oflayıp önüme kendi sırama döndüm. Yanımın boş olmasını sevdiğim için onlar çifter çifter otururken ben tek oturuyordum. Boş ders boyunca, hayalimde moda tasarımcısı olmak var olduğu için, sürekli elbise modelleri karalayıp durdum.

Ders bittiği an sınıftan hızlıca çıktım. Ayça'nın sınıfına gittim. Daha neşeli ve mutluydu. Acaba Aslan ile barıştı mı?

"Hayırdır, yüzünde güller açıyor aşkitellam?" Bu da bizim kankiliğimiz işte. "Hayır hayır, nutellam... Aslan parçam geldi ya son ders ve bizim ders te boş olduğu için biraz dışarda oturup konuştuk. O gitti ama sonra. Valla boşuna günahını aldık aslanımın..." derkene bende konuştum, "yalnız aşkom, ben almadım, sen aldın enişte gülümün günahını" diye. " Neyse ne işte... Valla çocuk az kalsın ağlayacaktı. Tabi o olayları anlatırken ben biraz ağladım. Ondan asla şüphe etmemem için yalvardı minik kediciğim benim. " diye anlattı.

Biz o sırada okulun kapısından çıkıp, bahçesine girdik. Ağaçların altından geçmiyorduk, çünkü okulun ikinci, arka kapısından çıkmak yolumuzu azaltıyordu bu yüzden de arka kapıdan çıkardık hep. Oraya yürürken, bizim üçlüyü ve ucube, gaddar reis'i ve yandaşlarını gördük. Ben hepsine de ters ters bakış attım. Meltem yüzüme çok üzgün ifade ile bakmıştı. Ama o da hatalıydı.

Ben hatalı şekilde onlardan ayrı kalıyordum, onlar da hatalı şekilde, Ayça ve benden ayrı kalıyordu. Hatta içinde bir sürü sanal arkadaşlarımızın olduğu bir grupta laf savaşına bile girmiştik 2 gün içerisinde. O da bana ters yapmaya başlamıştı artık. Kaya biraz daha yumuşak davranırken, Meltem de sürekli kendinin çok acı çektiğini yazıyordu... Çiçek mi? O ise, sadece benim Eftalya olmadığımı söyleyip duruyordu.

Evet doğrudur, onların bildiği Eftalya ölmüştü. Katili, Çiçek, ölüm fermanını imzalayan Meltem, mezarımı kazıp beni gömen de Kaya olmuştu. Ya da bana bu düşünceleri yaşatıyorlardı.

Yanlarından geçerken, Kaya Ayça'yı, Okyanus beni tutmuştu. Önce ikimiz şaşkınlık yüzünden birbirimize bakmıştık. Sonra bizim kolumuzu tutan kollara en son da kolunuzdan tutanlara baktık.

"Ne oluyor?" derken, 8 kişi olup, okula doğru gittik, daha doğrusu, öğretmenlerin kapısından girdik. Reis ya herşeyi yapar şerefsiz.

Bildiğim üzere boş bir sınıfa girdik. İkimizde birbirimize bakıyorduk Ayça ile. Ne diye buraya getirmişlerdi bizi? Ne saçmalık oluyordu? Ayrıca benim eve gitmem lazımdı.

"Biri ne saçmalık olduğunu dökülsün" diye bağırdı Ayça. "Noldu? Sabahki yaptığın yetmedi şimdi de okuldan sonra mı canımı yakacaksın, reis kılıklı?" diye Okyanus'a baktım. Öylece 3 dakika suskunluk oldu sınıfta.

"Konuşsun birisi artık amk!" diye bağırdım ve herkes bana baktı. "Çiçek konuş artık. Onca getirdik buraya" dedi Kaya. Şimdi anlaşıldı ne tilkiler döndüğü. Hepsi Çiçeğin başının altında çıkmıştı demek ki.

"Reis, siz çıkın... Sadece ben, Meltem ve Eftalya kalsın lütfen" dedi Çiçek. Ne demek şimdi bu? Benim bunlarla aynı sınıfta kalacağıma ne kadar inanıyorlar!

Reis efendi ikiletmedi. Sadece yaptığı şu anda Ayça'yı sınıftan çıkarmaya çalışmaktı. "Hadi, Ayça Güven. Çıkıyoruz." diye emir verdi saygısız. Benim kankim seni mi dinler! Ama nasıl? Ayça da ikiletmedi ve hepsi sınıftan çıktı.

Ayça'ya inanamıyorum. Sen de mi Ayça?!

"Eftalya... Ne oldu sana?" diye başladı Meltem. Şahsen ben Çicek konuşmaya başlar diye düşünüyordum. Şaşırtıyorsunuz beni. "Birşey mi olmuş, Meltemcim?" cim kısmını özellikle basarak söyledim. "Eftalya, bak. Ne olduğunu bile anlamadık biz. Kendin kavga çıkarttın. Konuşmak istemediğini söyledin. Ciddiyim, ne oldu?" diye sonunda Çiçek konuştu. Ne o iki gündür bensiz eğleniyordunuz?

"Bana güveniyor olsaydın, anlatırdım. Yani demek istemem o ki, ben de sana güvenmiyorum." Çok mu kırıcı oldum? Olabilir. Ama yorgundum. Ve onlar da yorgundu. Onlar beni dinliyordu ama ben dinlemiyordum onları. Çünkü dinleyemiyordum. Bana anlatmıyorlardı.

"Biz seni üzmek istmedik. Evet biliyorum, anlatmadım. Çünkü zaten biliyorum senin problemin kendin için bile fazla! Bir de bizimkiler ile mi uğraşacaktın?" diye basbaya bağırdı. Bağırıyordu Çiçek.

"Belki ben üzülmek istedim! Sizi ben üzüyorum! Sizin de beni üzmenizi istiyorum! Çünkü gerçek arkadaşlar anlatır. Susmaz. Yalan söylemez!" ben ağlamıyordum ya da bağırmıyordum. Sadece cümlelerin sonunu basarak söylüyordum.

İçimde çığlıklar vardı. Bağırmak isteyen. Haykırmak isteyen. İplerinden kopup çıkmak isteyen. Ama hayır çıkarırsanız o çığlıkları, herkes zayıf noktalarınızı öğrenir. Susmanız gerekir.

Biliyorum aynı çığlıklar beşimizde de vardı. Hatta belki Okyanusta bile.

"Şimdi barışamaz mıyız, Eftalya?" dedi Meltem. İstemiyordum. İçimdeki büyük bir kısım istemiyordu. "Hayır," dedim sakince, "olmaz." Anlam veremedi ikisi de 5 saniye boyunca.

"Şaka mı bu? Sebep?" dedi Meltem. Sebebim yoktu ki. Onlar kırılmış olabilirdi. Ama ben parçalanmıştım. Zaten paramparça bir haldeydim. 1 hafta önce ailem zaten kırılmış olan beni parça pinçik de etmişti. Ve üstüne en sevdiğim 3 kişi daha beni kırdı.

Onlara benim yanıma gelmeyin dedim, konuşmayın benimle dedim. Ve hiç birisi gelmedi. İkinci kere tekrar edip, neden deselerdi geri dönecektim. Ama yapmadılar. Sustular yine. Ve artık onlara sadece susmak yakışıyordu.

avataravatar
Next chapter