webnovel

SOUL, BODY AND SILICON

I am still in the correction phase right now. I can assure you that I will translate this novel to English, as soon as I have enough free time.

Tobkar · Sci-fi
Not enough ratings
8 Chs

TÜM SAVAŞLARI SONLANDIRAN SAVAŞ

 Okulun üçüncü haftası gelmişti. Alhsom şimdiden derslerin monotonluğundan sıkılmaya başlamıştı. O günkü ilk ders tarihti, kendisini Gille'in yanına attı: 

"Of! Tarihten nefret ediyorum." 

"Yine de matematik kadar kötü olamaz." dedi Gille.

"Ne fark eder ki tüm dersler yeterince sıkıcı." diye devam etti Alhsom. "Gerçi, fizikten keyif alıyor gibiyim biraz." 

"Fizik mi?" dedi Gille, yüzünü buruşturarak. 

"Fiziğe ilgim babamdan kaynaklanıyor sanırım. Çocukluğumdan beri de hiç aksini düşünmedim bu yüzden bu kendi benliğim mi bilmiyorum." 

"Baban ne iş yapıyordu ki?" 

"Babam..."

"Ders başladı, sessiz olun!" tarih öğretmenleri Melek Hanım gelmişti. Siyah, kıvırcık saçlı; gözlüklü, kısa boylu, orta yaşlı bir kadındı. Ayrıca bir bacağı protezdi, yıllar önce bir terör saldırısında kaybettiğini söylemişti. "Günaydın arkadaşlar, izninizle derse geçmeden önce bir duyuru yapmak istiyorum: Normalde dersimize Mısır tarihi ile devam etmemiz gerekirken müfredatta yapılan bir değişiklik nedeniyle önce modern tarihi anlatıp sonrasında normal müfredattan devam edeceğiz."

"Modern tarih mi? Bak bu eğlenceli olabilir." dedi Gille, Alhsom'a fısıldayarak.

Öğretmenleri devam etti: "İlk konumuz 3. Dünya Savaşı. Her ne kadar Frovanialılar, savaşın asıl sebebinin Wesmoria'nın kışkırtmaları olduğunu iddia etse de savaşı başlatanın Frovania'nın Doğu Avrupa'daki işgalleri olduğunu biliyoruz. Öyle ki 2033 yılına gelindiğinde hali hazırda Frovania; kuzeyde Otreburg ve Rogleaburg'un, güneyde Grainia'nın sınırlarını ihlal etmişti. Avrupa birliği bu olaylar üzerine Frovania'ya karşı tek askeri çatı altında birleştiler. O güne kadar Shiyji'nin Frovania'yı desteklemesinden çekinip savaştan uzak duran Wesmoria için de bu olay bardağı taşıran son damla oldu.

 İlk olarak Wesmoria -yani biz- ve Avrupa Birliği, Frovania'ya savaş açar; ardından Shiyji de Wesmoria'ya ve Avrupa Birliği'ne savaş açar. Böylece 28 Mayıs 2033'de 3. Dünya Savaşı resmi olarak başlamış olur." Masasına koyduğu bardaktaki suyundan bir yudum aldıktan sonra devam etti: "3. Dünya Savaşı, cephe savaşları ve nükleer savaş olarak iki aşamaya ayrılır. Cephe savaşları, iki yıl sürerek 14 Temmuz 2035'te sona erer. Bu aşamada, tarafların kaynaklarını kullanmaktan çekinmesi ve yoğun savaş karşıtı propagandalar nedeniyle kimse doğru dürüst toprak kazanamaz. O sırada da sürekli kaderleri diğerlerinden farklı olmayan yeni cepheler açılır. Bu cepheleri daha sonra ayrıntılı olarak göreceğiz, şimdilik yerlerini ekranlarınızdaki haritalardan inceleyebilirsiniz. İki yıl süren bu kaynak israfı birçok ülkenin ekonomisinin çökmesine hatta savaşla alakası olmayan tarafsız ülkelerde bile açlıktan ölen insanların ortaya çıkmasına neden olur. Bu durum anarşinin Dünya üzerinde yükselmeye başlamasıyla sonuçlanır. Savaş esnasında çoğu insan yaşadıkları yerleri terk edip daha güvenli şehirlere/ülkelere göçerler. Bugünkü Concord City gibi şehirler o zaman kurulur ve nüfusları da geçen zamanla hızla artar. Herkesin savaşın sona ermesini beklediği anda ise nükleer savaş gelir. Bu savaşı da hangi tarafın başlattığı bilinmez. Wesmoria, karasularına giren bir Shiyji nükleer denizaltısını vurduğunu açıklayıp karşılığında Shiyji'ye bir dizi nükleer başlıklı balistik füze gönderir. Shiyji hükümeti ise o denizaltının nükleer olmadığını ve bu füzeler nedeniyle savaşı asıl başlatanın Wesmoria olduğunu savunduğu bir açıklama yapar. Kullanılan füzelerin çoğu havada imha edilir ya da denizde patlar. Kısa vadede bu durum çözüm gibi görünse de sonrasında gelen radyoaktif dalgalarla beraber ekosistem büyük çapta zarar görür. Cephe savaşlarında zayiat sayısı yaklaşık 50 milyondur ve çoğu sivillerden oluşur. Bu savaşlarda doğru dürüst ilerleme katedilemediği için taraflar çoğunlukla suikastlar düzenleyerek ve çeşitli iç karışıklıklar çıkararak birbirlerine zarar vermeye çalışmışlardır. Tabii bir de hava saldırıları… Droaq Thesh, Avrupa Birliği, Orta Doğu Birliği, Frovania, Yustrad gibi ülkelerin neredeyse bombalanmadık merkezi şehirleri kalmamıştır. Savaşın büyük oranda cereyan ettiği kritik noktalardan biri de Pasifik Okyanusu'dur. Wesmoria; Shiyji'ye karşı, o zamanlar bölgede söz sahibi güçlü bir devlet olan Shuiji ile müttefik olmuştur. Shiyji, Avrupa ile uğraştığı için Frovania'dan yardım alamasa da bu güçlü ikiliye karşı açık denizlerde terör estirmeyi başarmıştır. Öyle ki iki yıl boyunca Pasifik Okyanusu üzerinden ticaret yapılamamış ve diğer müttefiklere yardım ulaştırılamamıştır. Nükleer savaş ise sadece üç ay sürmesine rağmen yıllarca ortalığı kasıp kavuran radyasyon fırtınaları ve ekosistemin zarar görmesinden dolayı ortaya çıkan kıtlıkların da etkisiyle yaklaşık 600 milyon insanın ölümüne sebep olur. Savaş sırasında genç nüfusun çoğunun yitirilmiş olması nedeniyle Dünya nüfusu önemli ölçüde azalır. Savaşın nasıl bittiği ise hâlâ gizemini korumakta. Orta Doğu Birliği'ne saldırması nedeniyle tarafsız Afrika Birliği'nden dışlanan Mısır Cumhuriyeti'ne Yustrad'ın attığı hidrojen bombası o savaşta kullanılan son nükleer silahtır. İlginç olan Kahire yakınlarına düşen bu bomba piramitlere hiç zarar vermemişti. Neyse ki. O günden sonra ayaklanmalar daha da artmış, hükümetler bir bir devrilmii ve savaş, insanlık henüz kendini yok edemeden 29 Ekim 2035'te sona ermiştir. Ardından, her zaman olduğu gibi, insanlık tekrardan toparlanma sürecine girer. Çoğu yerde sınırlar ortadan kaldırılıp silahsızlanmaya gidilir. Avrupa Birliği ve Frovania'nın ortak çalışmalarla bulduğu bir teknoloji sayesinde ise nükleer silahlar, enerji eldesinde kullanılmaya başlanır. Zaten çoğu petrol ve doğalgaz rezervlerinin radyasyondan kullanılamaz durumda olması da nükleer enerjinin önemini arttırmıştı. Günümüze gelirsek… Şu anda Dünya üzerinde hiç nükleer silah bulunmadığı söylense de buna ben de dâhil olmak üzere birtakım insanlar Wesmoria ve Shiyji'nin hâlâ daha bu silahlara sahip olduğunu savunmaktadır." Biraz duraksadıktan sonra devam etti: "Evet, 3. Dünya Savaşı konusu ana hatlarıyla burada bitiyor. Kendisi "tüm savaşları bitiren savaş" olarak da bilinir. Hah! Aynı şeyi zamanında 1. Dünya Savaşı için de söylemişlerdi." dedi alaycı bir şekilde gülerek. Ardından devam etti: "Her şeye rağmen insanoğlu, anne babalarınızın fedakârlıkları sayesinde son yirmi yılda çok hızlı toparlanmış ve yaralarının çoğunu sarmayı başarmıştır. Dileyelim ki Shiyji ile bizim aramızdaki bu gerilim uzun sürmez ve insanoğlu aynı hataları bir daha tekrarlayarak ebeveynlerimizin emeklerini boşa çıkarmaz."

 Melek Hanım konuşmasını bitirir bitirmez zil çaldı, mükemmel bir zamanlamaydı. Kadın gidince Gille tekrardan konuşmaya başladı: 

"Of, bunca konuyu nasıl ezberleyeceğiz şimdi?!" O sırada Misa yanlarına gelmişti. "Senin için sorun yok tabii! Yine hepimizi geçersin." diye devam etti. 

"Sınavlardan birkaç gün önce çalışmaya başlamak yetiyor, sen aptalsan ben ne yapayım?" dedi Misa. Ardından Alhsom'a dönüp devam etti: "Bu arada, eski okulunda notların nasıldı?" 

"Sınıfta üçüncüydüm ama çok çalışkan biri olduğum söylenemez. Bir şekilde yapıyorum işte." 

"Hah! Hep öyle derler." dedi Gille. Bir süre düşündükten sonra devam etti. "E, baban ne iş yapıyor? Melek Hoca içeri girdiğinde konuşmamız yarım kalmıştı." 

"Doğru ya. Babam fizikçiydi ama öyle sıradan biri değildi. Devlete çalışırdı… Yani gizli ajan gibi bir şey. Kendi laboratuvarı falan vardı, gizli araştırmalar yapardı." 

"Hey, hep geçmiş zamanlı konuşuyorsun. Bir şey mi oldu?" dedi Misa. 

"Babam yedi yıl önce vefat etti." Gille'in de Misa'nın da aynı anda gözleri büyüdü. 

"Başın sağ olsun." dedi Gille, sesini alçaltarak. 

"Üzgünüm." dedi Misa. "Bunu bize niye daha önce söylemedin?" 

"Sormadınız ki?" 

"Aptal mısın? Birbirimizi daha iyi tanımazsak ilişkilerimiz güçlenemez." dedi Misa. 

"Nasıl oldu, kaza falan mı?" dedi Gille. 

"Yıllar önce, Mısır'a, çok gizli bir göreve gittiğini ve mutlaka geri döneceğini söyleyerek evden ayrıldı. Beş ay sonra ise öldüğünü açıkladılar. Suikasta uğramış fakat bedenini bulamamışlar." 

"O zaman öldüğünden nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ki?" dedi Gille 

"Yeterli." dedi Misa. Alhsom'a cevap verme şansını bile tanımamıştı. "O hissi biliyorum fakat -maalesef- günün sonunda umut bir işe yaramıyor." 

"Kusura bakma." dedi Gille.

"Sorun yok." dedi Alhsom.

Akabinde konuyu değiştirip öğleye kadarki ders aralarında havadan sudan konuşmaya devam ettiler. Öğle arası geldiğinde iki yabancı sınıflarına geldi ve Gille'e seslendi. Gille: "Ben yemeğe gidiyorum. Alhsom, sen de gelebilirsin istersen." dedi ayağa kalkmadan önce. 

"Sen hep onlarla birlikte mi yiyorsun?" dedi Alhsom. 

"Evet, ne oldu ki?" 

"Niye Irina'nın yanına gitmiyorsun. Ne zaman görsem yalnız oturuyor, üstelik iyi de anlaşıyor gibi-" 

"Hey, onu tanımıyorsun." dedi Alhsom'un sözünü keserek. Nedense aşırı tepki vermişti. Gözlerini yere dikerek sözlerine devam etti: "Irina başkalarına benzemez. Bazen… sadece yalnız kalmak istiyor." 

"Yine de sen gitsen mutlu olurdu bence." dedi Alhsom. Gille, onu yanlış anladığı için gerilmişti.

"Hadi Gille! Gelmiyor musun?" arkadaşları sesleniyordu. 

"Siz bensiz gidin." dedi Gille, yüzü düşmüştü. Misa ile Alhsom'a döndü. "Benim küçük bir işim var. Alhsom, istersen onlara katılabilirsin ya da siz takılın işte."

Alhsom Gille'in canını sıkmıştı belli ki. Arkasından "Görüşürüz!" dedi Misa, neşeli bir tonda. Kısmen de olsa az önce oluşan kasvetli ortamı yumuşatmaya yetmişti bu neşe. Alhsom'a dönüp devam etti:

"Senin Gille'den daha odun olduğunu düşünmüştüm ama yanılmışım. Yanlış anlama, bu konularda insanlara karışmanı ben de doğru bulmuyorum ama yine de bence doğru olanı yaptın." 

"Üzgünüm, yardımcı olacağını düşünmüştüm." 

"Boş ver. E, yemeğe gitmeyecek misin?" 

"Onları tanımıyorum, gerek var mı?" 

"Konuşmazsan nasıl tanışacaksın? Neyse, istersen benimle gelebilirsin. Beni de çok tanımıyorsun ama..." dedi gülerek. 

"Yemek yiyecek kadar tanıyorum."

 İkisi birlikte bahçede boş bir çardağa geçtiler. Alhsom yolda, Irina'nın her zaman tek başına oturduğu masaya baktı. Evet, Gille ile birlikteydi ve oldukça mutlu görünüyorlardı. Yaptığı teklifin iyi bir sonuca ulaşması Alhsom'a anlamsız bir mutluluk vermişti. Misa ikisine de tost söyledi. Onlar yerken konuşmaya başladı: 

"Şu anda yediğin tostun içinde gerçek et var, biliyor musun?" 

Alhsom duraksadı. Yavaşça yutkunup "Nasıl ya? Tadının Concord City'dekilerden pek farkı yok. Hem gerçek ete izin var mı ki burada?" dedi. 

"Burada hayvan çiftlikleri var. Özellikle doğal ete ilgi duyanlar olduğu için kantinci, ürünlerinde kullanıyor bazen. Bence tam bir saçmalık. Besin içeriği olarak bir farkı yokmuş, tadı da çok farklı değil. Ne gerek vardı ki?" 

"Avcı, toplayıcı günlerimiz artık geride kaldı. Bu yaptıkları bence de çok anlamsız." 

Sonrasında, Misa muhabbeti şekillendirmeye çalıştı. Eliyle kulaklıklarını işaret etti. "Sürekli şunları takıyorsun, ne dinliyorsun?" 

"Şarkı çok sevmem, genelde müzik dinlerim. Yani her tarz müziği seviyorum sanırım." Alhsom, o sırada, Misa'nın yüzüne baktığını fark etti. İnsanların yüzüne bakarak konuşmaya pek alışkın değildi. Dolayısıyla gözünü kaçırarak devam etti: "Ben de seninle ilgili bir şey sorayım: Kitap okumayı sever misin? Seviyorsan ne tarz şeyler okursun?" 

"Bir aralar Rus edebiyatına sarmıştım fakat son zamanlarda romanlarla pek aram olduğu söylenemez. Eh, hâlâ manga okuyorum ama." dedi utançla başını eğerek. 

"Vay, Rus edebiyatı mı?! Zamanında biraz Dostoyevski okumuştum. Bu aralar da Tolstoy'a başladım. Anlaması daha kolay." Son cümleyi söylerken istemsizce gülümsedi. "Yalnız manga konusunda ortak yönümüz çıkacağını düşünmüyorum çünkü şu ana kadar hiç çizgi roman okumadım maalesef." 

"Nasıl olur? Tam o tipte birine benziyordun hâlbuki." deyip güldü Misa. "Yine de başlamak istersen sana önerebileceğim birkaç seri var." 

"Olur, bu yıl değişik şeyler deneyeceğim bir yıl olacak gibi duruyor zaten. Reader'ın yanında mı?" 

"Gerek var mı? Kendi kitaplığım var benim." 

"Nasıl yani, fiziksel kitap bulabiliyor musun?" 

"Bu okulda kütüphane var Alhsom. Tabii, Gille kesin sana gezdirmemiştir orayı. Neyse, gerek de yok zaten. Sadece ders çalışmak için kullanıyor insanlar. İçindeki kitaplar pek güzel değil zira." 

"Ya… Tam da sevinmiştim." Alhsom'un gözü tekrardan uzaklara daldı. 

Misa bir süre düşündükten sonra muhabbeti devam ettirdi: 

"Hey, hafta sonu ne yapıyorsun?" 

"Yazdan beri ne yapıyorsam onu. Buraları da çok bilmiyorum zaten." 

"Burada bildiğim bir kitapçı var; istersen, bir gün, kitaplar hakkındaki konuşmamıza orada devam edebiliriz. Orada seni tanıştırmak istediğim biri var. Hayatımda, ondan daha çok kitap okumuş birini tanımıyorum." 

"Burada kitapçı mı var?" 

"Evet, hatta arkasında da kütüphane var. Ufak bir dükkân, görmen lazım gerçekten çok şirin bir mekân." 

"Gerçekten çok isterim gelmeyi. Kitap okumayı bu kadar sevmeme rağmen hala bir kitaplığı dolduracak kadar kitabım yok. Hep reader'dan okuyorum." 

"Tamam, o zaman, cumartesi sabah gelip beni yurttan alıyorsun." 

"Peki, olur."

 Onlar konuşurlarken ders zili de çalmıştı. Bu nedenle, ikisi birlikte sınıfa döndüler. Ertesi gün, her zamanki gibi; Gille, Alhsom ve Misa sohbet ederlerken Gille, bu sefer yeni bir konuyla çıkageldi:

"4. sınıflar arasında ünlenen yeni bir uyuşturucu türü varmış, bunu duymuş muydunuz?" 

"Ah evet, o söylentileri ben de duydum. 4. sınıflar, doğru dürüst birbirleriyle bile konuşmadan tüm gün ders çalışıyorlarmış. Bir çeşit madde kullandıklarını söylüyorlar, basitçe söylemek gerekirse insanları zombileştiriyor." dedi Misa. 

"Sınav zamanı bize de bu tarz bir şey lazım." dedi Gille gülerek. 

"Çok komik! İnan bana, düşündüğün kadar eğlenceli bir deneyim olmayacaktır." 

"Sakin ol, sadece şakaydı." Tam ortam gerilmeye başlayacaktı ki Alhsom araya girdi: "Hey, bu söyledikleriniz doğru mu?" 

Misa cevapladı: "Uyuşturucu muhabbeti gerçek mi bilmiyorum ama 4. sınıfların katına uğrarsan ne dediğimizi anlarsın. Aynı bir hayalet kasaba gibi. Geçen gittiğimde sadece birkaç kişi sorularımı cevaplamıştı. Onların da uyuşturucu konusunda bir bilgisi yoktu; ancak arkadaşlarının bir anda onlarla konuşmayı kestiğini söylediler. Hayati ihtiyaçlarını gidermek ve ders çalışmak harici hiçbir şey yapmaz olmuşlar. 'Sınav stresi olabilir mi acaba?' diye düşündüm ama gerçekten farklı bir evrene geçiş yapmış gibiler. Adımı bile hatırlamadılar ya! İnanabiliyor musunuz?" 

"Ne de büyük bir dert(!)" dedi Gille. 

Misa, hafif bir sinirle Gille'in omzuna vurduktan sonra konuşmaya devam etti: "Daha kötüsü, sayıları da gitgide artıyormuş."

 Alhsom, daha önce; Concord City'nin ara sokaklarında uyuşturucu kullanan insanlara rastlamıştı. Şehirleşme ve nüfus arttıkça onlar da daha kısıtlı bir alana sıkışıyorlardı ancak şehir ne kadar büyürse büyüsün, ne kadar yasak uygulanırsa uygulansın, üzerlerindeki baskı ne kadar artarsa artsın bu insanlar, bir türlü bitmiyordu. Uzmanların uyarıları, yasalar veya peygamber Metusha'nın öğretileri bu insanları ikna etmeye yetmiyordu. Peki, ne gerekliydi? Ayrıca Misa ve Gille'in bahsettikleri durum, Alhsom'un aşina olduğundan çok farklıydı. Bazı kesimler için başarılı oldukları sürece, o basamağa nasıl ulaştıklarının bir önemi yoktu. Bu nedenle; muhtemelen bunu yetkililere bildirseler de okul yönetimi sonuç iyi gözüktüğü sürece bunu umursamayacak ve aileler çocuklarını takdir edecekti. Eh, yine çok düşünmüştü. Bazen cidden beyninin sorgulama hızına yetişemiyordu. Belki bir süre durup dinlense… Yine cuma günü, okul çıkışında müdürün yaptığı konuşmayı dinlerken ertesi günkü Misa ile buluşmasında neler yaşanabileceğini düşünüyordu. Bu durum onu ciddi anlamda heyecanlandırıyordu. Diğer her şey ne kadar monoton ne kadar sıkıcıydı. Müdür yine "İlaçlama yapılacak." diyordu. Bu sefer diğer sınıflar da ilaçlanacakmış. Hayır, hiç böcek de görmemişlerdi ki etrafta. Hem saçma, hem sıkıcı. Bu sefer eve Gille ile birlikte gidiyordu. Anlaşılan Irina yine yalnız kalmak istemişti. Yolda yürürken ve bir yandan tabiri caizse boş muhabbet yaparlarken birden izlendiği hissine kapıldı Alhsom. Tam da 'Keşke heyecanlı bir şeyler olsa!' diye düşünürken olmuştu bu. Ertesi gün Misa ile buluşacağını unutmuştu belli ki. Etrafına bakınıp kimseyi göremeyince Gille'e aynı şeyi hissedip hissetmediğini sordu. "Tenha yerlerden geçiyoruz, gerilmen normal." dedi. Mantıklı, beyni eğlence istiyordu. O kadar sıkılmıştı ki kendini eve attıktan sonra, geceyi zor etti. Annesine, ertesi sabah dışarı çıkacağını söyledi. Sonunda oğlunun sosyalleşmeye başladığını gören annesi sevincini gizleyememişti. Düzgün bir şeyler giymesi için onu, iyice tembihledi. Alhsom, ne giydiğini önemseyen biri olmamıştı hiç; bu yüzden seçim yapmakta oldukça zorlandı. Fazla abartıya kaçıp Misa'nın gözünü korkutmaktan da çekiniyordu. Gece olduğunda, ertesi gün aptalca bir şey yapmayacağını umarak uykuya daldı.