webnovel

ÖZEL BİR GÜN

 Öğle vakti daha yeni geçmiş olmasına rağmen neon harflerle yazılmış Full Moon Pizzeria yazısının yarattığı loş aydınlık dışında civarda karanlık hâkimdi. Şüphesiz bunun sebebi, şehrin en kuytu köşesinde olan bu mekânın bile etrafının devasa binalarla dolu olmasıydı. Fazla işlek olmadığı için yeterli ışıklandırma bulunmuyordu ve dükkânın arka sokağı yıllardır suçlu kaynıyordu. Sanırım bu şehir asla değişmeyecek, diye geçirdi aklından Alhsom. Bir yandan da arkada çalan -her ne kadar nefret etse de- her yerde kafasına matkapla sokulduğu için sözlerini ezberlediği o iğrenç, gerçeklikten uzak derecede neşe dolu pop şarkısı hali hazırda var olan gerginliğini daha da arttırıyordu. Andy ise o sırada her şeyden habersiz çene çalmakla meşguldü:

"Sence de buranın pizzası bozmadı mı? Çevredeki en ucuz yer burası olduğu için küçükken babam maaşını aldığı günlerde beni ve ablamı hep buraya getirirdi. Sanki o zamanlar tadı daha güzeldi. Acaba böyle düşünmemin sebebi nostalji hissi mi? Babamın yeni işi sayesinde şehrin en lüks lokantasında bile yemek yiyebilirim ama hiçbiri burada yediğim pizzayla aynı zevki vermiyor." 

Yine aynı saçmalıkları zırvalıyor, hemen konuya girmeliyim, diye düşündü Alhsom. 

"Fakir edebiyatın bittiyse sana söylemem gereken bir şey var." Alhsom'un gerginliği yüzünden okunuyordu, bu durum Andy'yi endişelendirmişti. 

"Bak, şehirdeki diğer her yer çok kalabalık olduğu için burada konuşmak istedim. Gerçi burasının da artık diğerlerinden pek bir farkı kalmadı gibi… Bunu söyleyeceğim ilk kişisin: Annemin işi nedeniyle New Tyro'ya gitmemiz gerekiyor. Yani taşınıyoruz." 

"Nasıl yani, orası da neresi?" 

"Kuzeyde bir kasabaymış, ben de yeni öğrendim." 

"Baban için ödenen maaşa ne oldu?" 

Alhsom zoraki bir şekilde gülümsedi. 

"Hizmet süresi kadar yardım yapıyorlarmış. Babamın ölümü açıklandığında orada 8. yılıydı. Yani seneye yardımı kesecekler. Annem şimdiden kendini sağlama alması gerektiğini düşünmüş." Buradan sonra istemsizce sesini yükseltmeye başladı. "Kerem de yanında bir iş ayarlamış ve kendininkine sadece 2 blok ötede bir ev tutmuş. Gerçek amacı o kadar belli oluyor ki..! O adamın bizi düşündüğü falan yok ama aptal kadın bunu hala anlayamadı!" Andy, "Tamam, sakin ol. İnsanlar bakıyor." diye Alhsom'u sakinleştirmeye çalıştı. 

"Baksınlar! Bir hafta sonra beni bir daha burada göremeyecekler zaten." 

"O kadar mı çabuk?.." 

Alhsom yanlış bir şey söylememek için sadece evet anlamında kafasını salladı. Andy gerginliğin büyümemesi için "Gel, dışarıda konuşuruz. İştahım da kaçtı zaten. Sen çık ben parayı öderim." diye karşılık verdi. Kasaya gidip kartını bastı. Alhsom da o sırada dükkânın arkasında kalan otoparka gitti fakat bir sorunla karşılaştı. "Hey Andy, bunu görmen gerek!" Andy, Alhsom'u duyar duymaz yanına geldi. "Hoverboardın kayıp." diye devam etti Alhsom. 

"Ah, yine mi! Kaç defa söyledim babama şunun güvenlik duvarını yenileyelim diye. Seninki nerede bu arada?" 

"Buradaki hırsızlık oranının ne kadar yüksek olduğunu bildiğim için her ihtimale karşı getirmedim." 

"Yani ikimiz de yürüyeceğiz, toplu taşımada rahat konuşamayacağımıza göre." 

"Sanırım evet." Onun istediği de buydu zaten. 

"Bekle! Gps'ten nerede olduğunu görebiliyorum." 

"Henüz amatör olmalılar, gps'i hacklemediklerine göre… İyi de bu hızla onları asla yakalayamayız ki." 

"Yakalamamıza gerek yok. Okula doğru gidiyorlar ve…" 

Alhsom, sözünü kesti: "Ablanın sevgilisi okulun güvenlik işlerinden sorumlu. Adamı sömürmeyi bıraksanız ya artık." 

Andy sırıtarak karşılık verdi: "Biz sadece yardımlaşıyoruz. Dur, ablamı arayayım da halletsin." Andy bir köşede ablasıyla konuştuktan sonra geri geldi. 

"Ne dedi?" diye merakla sordu Alhsom. 

"Güvenliği arayacakmış. Sonrasını onlar halleder, sorun yok. Hadi gel, biz eve yürüyelim." Yürürken konuşmaya devam ettiler: 

"Sıkma canını bu kadar. İnternetten konuşmaya devam ederiz. Arada ziyaretine gelirim, sen de bize gelirsin." 

Sence oraya alışabilir miyim?" 

"Tabi ki alışırsın. Daha yaşanacak çok şey var. Dünya'da Concord City'den başka yer mi yok?" 

"Nakil işlemlerimi halletmiş Kerem. Gideceğim yer o bölgenin en iyi okuluymuş, çevre kasabalardaki herkes bu okula gitmek için can atıyormuş. E haliyle dışarıdan gelen çok fazla öğrenci olduğu için okulun kendi yurdu varmış." 

"Gördün mü okulunu nasıl bir yermiş?" 

"Yok, annem bana VR turu yaptırmak istedi ama ben reddettim. Nasıl bir yer olduğunu gidince görmek istedim." 

"Ben senin yerinde olsam meraktan ölürdüm. Okulun adı neymiş?" 

"Tyronfield Lisesi." 

"Eve gidince bakayım, merak ettim." 

Yol boyunca konuşmaya devam ettiler. İkisinin de evlerine giden bir yol ayrımına geldiklerinde Andy devam etti: 

"Sanırım burada ayrılıyoruz. Akşam işin bitince beni ara da şu oyuna devam edelim." 

"Ders çalışmam lazım." 

Hayır, kafanı dağıtman lazım; daha okullar açılmadı. İtiraz istemiyorum. Hadi görüşürüz." 

"Peki, görüşürüz." 

Alhsom, Andy'ye veda ettikten sonra müzik dinleyerek evin yolunu tuttu. Evinin yakınlarındaki ilkokulun yanından geçerken duvardaki penis çizimleri yine gözüne çaptı. Aileleri tarafından baskılanan değerlerin korkutucu gerçekleriyle (kısacası cinsellik) okulda karşılaşan çocukların yaşadığı travmaların dışavurumuydu bu çizimler. Belki de Concord City de o kadar iyi bir yer değildi.

 Akşam olduğunda Andy'nin davet ettiği oyuna girdi. Oynarken taktıkları maske, kullanan kişinin mimiklerini kopyalıyor ve bu maskeyi destekleyen oyunlardaki karakterlere aktarıyordu; böylece hem oyun daha gerçekçi hissettiriyor hem de oyuncular, birbirlerinin yüz ifadelerini anlayabiliyorlardı. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Andy birden duraksadı. Bunu söylemenin zamanı mı bilmiyorum ama yarın babamın doğum günü." 

"Hediye aldın mı?" 

"Hayır ama babam nostaljik oyunları çok sever. Annem bu fikirden hiç hoşlanmayacak ama senin babanın koleksiyonlarından bir iki tane oyun hediye etsek. Ne dersin?" 

Alhsom bu soruya öfkelendi. Nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirdi? Babasından kalan anıları öylece veremezdi. Curtis'i severdi, birçok konuda ona çok yardımcı olmuştu fakat babasının hatıralarına ihanet edemezdi. Belki bir tanesini… Babasının sağken çok da sevmediği bir oyunu verebilirdi belki. O sırada Andy'nin endişeli bir şekilde beklediğini fark etti. Alhsom'un kolay sinirlendiğini biliyordu. Yine de sormak zorundaydı işte. Kendisini en kötü cevaba hazırlamıştı ki Alhsom sonunda konuştu: 

"Peki, depoya bir göz atayım. Belki bir şeyler bulurum ama fazla ümitlenme." 

Andy hem şaşkınlıkla hem de mutlulukla cevap verdi: 

"Çok teşekkür ederim! Yarın saat 4'te bizim evde ol. Babam gelmeden hazırlanırız."

Şimdi bir iş daha çıkmıştı Alhsom'un başına. Ertesi gün Andylerin evinin yolunu tuttu. Andy'nin ailesi, babasının bulduğu iş sayesinde sonradan zengin olmuştu. Yani 'sonradan görme' olarak da tabir edilen insanlardan biri oldukları söylenebilirdi. Ancak Curtis öyle birisi değildi. Alhsom, Curtis'i severdi. Curtis'in yaptığı işi tam olarak anlamak zor olsa kendisinin şehrin siber güvenlik sorunlarıyla ilgilenen bir devlet memuru olduğu söylenebilirdi. Bu işi nasıl elde ettiğini ise kimse bilmezdi. Andy'nin annesi ise eskiden botanikçiyken şu aralar sadece hobi için bahçe işleriyle ilgileniyordu. Alhsom'un Andylerin evinin bulunduğu lüks siteye gidebilmek için Lotus Sokağı adı verilen gereğinden fazla ünlü ve rahatsız edici derecede kalabalık bir yoldan geçmesi gerekirdi ve Alhsom bu sokakla ilgili her şeyden nefret ediyordu. Sokaktan olabildiğince kısa sürede çıkabilmek amacıyla hızlı adımlarla yürüyor ve insanlara çarpmamak için sağa ve sola seri hamleler yapıyordu. Henüz öğlen olmamasına rağmen dükkânların önü tıklım tıklımdı. Müziğin sesini açmış, kafasını yere eğmiş, insanlarla göz göze gelmemeye ve olabildiğince az iletişime geçmeye çalışıyordu. Derken ters yönden gelen bir adam, bu sefer kenara kaçamayan Alhsom'un omzuna çarptı. Alhsom, anında kendini savunmak istiyormuş gibi ellerini kaldırıp "Pardon." dese de adam arkasını dönmeden hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Zaten suçlu olan Alhsom değildi de. Refleksif bir "Pardon"du bu, böyle durumlarda hep ilk özür dileyen o olurdu çünkü. Sonunda sitenin önüne geldiğinde güvenliğe selam verdi. Güvenlik Alhsom'u tanıyordu dolayısıyla içeri gimesine izin verdi. Havuzda yüzen insanlara baktı, yakında havalar soğuyacak ve hiçbirisi kalmayacaktı. Ardından yanından geçerken bahçeyi inceledi. Bahçenin Andylere ait olan kısmı rengârenk çiçeklerden kendini belli ediyordu. Andy'nin annesi tahmin ettiği gibi yine bahçede bir şeylerle uğraşıyordu. Meşgul etmemek için seslenmedi. Yanından geçip kapıyı çaldı. İlginç olan kapıyı açanın, üzerinde sadece bornozuyla, Andy'nin ablası Betty olması. Belli ki yeni banyo yapmıştı. 

"Andy için mi geldin?" diye sordu. "Pasta almaya gitmişti. Birazdan burada olur." 

Alhsom utanarak içeri girdi. Ezelden beri Betty ile çok bir ilişkisi olmamıştı. Bu yüzden fazla yakın davranmaya çekiniyordu. Hemen, ilkel üreme içgüdülerini bastırıp Andy'nin odasına geçti. Yanına iki tane oyun almıştı: Metal Gear Solid V ve Dying Light 2. İkisini de severdi ancak ikisi de babası için çok da önemli olan oyunlar değildi. Oyunlar ne kadar eskiyse babası için o kadar önemliydi, bu nedenle fazla eski oyunları ellemeye de çekiniyordu. Tam Alhsom, Andy'nin odasındaki eşyalarla hediye paketi hazırlarken Betty, bu sefer günlük kıyafetlerle, içeri girdi: "Hey! İçecek bir şey ister misin?" 

Alhsom, kapı aniden açılınca yerinde sıçramıştı. "Ş-şey olur. Teşekkür ederim." 

"Dolapta limonata olacaktı. Git al hadi ikimize de." dedi Betty kıkırdayarak odasına gitmeden önce. Alhsom mutfağa gitti ve elinde iki bardak limonatayla geri döndü. Betty'nin bu davranışlarına anlam veremiyordu. Neyse ki çok geçmeden -yine de Alhsom için beklemek zor olmuştu- Andy ve annesi geldi ve Alhsom'u Betty'nin sözlü zorbalıklarından kurtardı. Ardından hep birlikte evi düzenlemeye geçtiler. Hediye paketleri, pasta ve mumlar... Saat 6'ya gelince Curtis eve geldi ve "Sürpriz!.."

 Eylül ayı gelmişti. Alhsom, artık boş olan odasında oturmuş pencereden çiseleyen yağmuru izliyordu. Henüz Güneş doğmamış, annesi uyanmamıştı ama o gitmek için hazırdı. Zaten fazla arkadaşı olmadığı için sadece Andy ile vedalaşmıştı. Diğerleri ise mesaj atmakla yetinmişti. Yeni bir hayata başlayacaktı. Acaba artık her şey eskisinden farklı mı olacaktı? Yeni arkadaşları olacak mıydı yoksa tek dostunu da geride mi bırakıyordu? Ya da belki de buraya ait değildi, bu şehir ona istediğini verememişti. Evet; güzel bir hayat yaşayabilirdi, sadece yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuştu o kadar. Taşınmak, annesinin şu ana kadar aldığı en iyi karardı. Sonsuza kadar Andy ile birlikte kalamazdı ya. Eninde sonunda sevdiklerinden ayrılmak zorunda kalırsın. Bunu zamanında acı bir şekilde öğrenmişti. Kahvaltıdan sonra havaalanına gittiler. Kahvaltıda, yolda, uçaklarının kalkmasını beklerken annesi sürekli okulundan ve New Tyro'da yapabileceklerinden bahsetmişti. Alhsom, taşınmayı sorun etmediğini söylese de annesi buna pek inanmamış gibiydi. Suçluluk duygusundan bir türlü kurtulamıyordu. Rahat bir uçak yolculuğunun sonunda New Tyro'ya geldiler. Buradaki havaalanı, Concord City'dekinden çok da farklı değildi. Havaalanında onları Kerem karşıladı. 

"N'aber yakışıklı. Heyecanlı mısın bakalım? Bizim buralar sizin oraya çok benzemez tabii ama eminim yine de eğlenecek bir şeyler bulabilirsin." 

Kerem sürekli Alhsom'a laf atıyor, Alhsom ise yol boyunca, tek kelimelik cevaplarla geçiştirmeye çalışıyordu. Sonunda arabadan indiklerinde Kerem'den kurtulmuştu. Etrafı inceledi: Civarda onlarınki gibi müstakil evler ve bir şarj istasyonu haricinde pek yerleşke yoktu. Şimdiden bunaldığını hissediyordu. Taşınma işleri yaklaşık 1 hafta sürdü. O kadar sıkıcıydı ki Alhsom hayatında ilk defa okula gitmek istemeye başlamıştı. Okullar açılana kadar markete gitme amacı dışında hiç dışarı çıkmadı ve zamanının büyük çoğunluğunu bilgisayar başında ve kitap okuyarak geçirdi. Sonunda okulların açılacağı gün geldiğinde ise yerini bile zar zor bulabildiği için okula geç kaldı. Hemen öğrenci kartını basıp merdivenleri çıktı. O güne kadar inatla burayı ziyaret etmemişti. Haklıydı da. Diğer tüm okullar gibiydi burası da işte. Ne anlamı vardı ki? Sınıfa girdiğinde onu kel ve suratsız bir adam karşıladı, bu matematik öğretmeni olmalıydı. Adam elindeki listeye bakıp konuşmaya başladı: 

"Alhsom Scheuer, değil mi?" 

"E-evet." Nefes nefese kalmış ve çok utanmıştı. Herkesin ona baktığını hissetti. 

"Arkadaşlar, Alhsom buraya Concord City'den geldi. Kendisi bu seneki transfer öğrencimiz." Alhsom'a dönüp devam etti. "Boş bir yere geçebilirsin. Bu arada senenin ilk dersleri boş geçer, dilediğince konuşabilirsin yani." 

Alhsom hızlıca çevresine bakındı; orta sıralardan birinde oturan, yuvarlak gözlüklü ve hafif kıvırcık, kahverengi saçlı bir çocuğun yanı boştu. Hemen gidip yanına yerleşti. Çocuk bu durumdan hoşnut olmuş gibiydi ki anında muhabbete girmekten çekinmedi: 

"Merhaba, benim adım Gille." 

"Memnun oldum." dedi Alhsom, artık sakinleşmişti. 

"Concord City'yi görmeyi hep istemiştim. Belki bir gün beni gezdirirsin, ben de sana burayı gezdiririm. Gerçi burada pek gezecek yer yok ama olsun… Ee, neler yapıyordun Concord City'de?"

Ders boyu aynı sıkıcı konulardan sohbet ettiler. Teneffüste bir kız yanlarına geldi. Teni bembeyazdı ve omzuna kadar gelen kızıl saçlara sahipti. Elini uzatıp konuşmaya başladı: 

"Okulumuza hoş geldin." Dedi gülümseyerek. Alhsom, bir süre duraksadıktan sonra ona uzatılan eli sıktı. Kız devam etti: "Ben Mizusawa Misa. Okçuluk kulübünün başkanıyım. Gille sana bahsetmiştir (aslında bahsetmemişti), bir okul kulübüne üye olman gerekiyor ve ben, seni kulübümüzde görmekten hoşnut olurum." 

Oldukça yumuşak ve sempatik bir sesle konuşuyordu. "Ne kadar da hoş bir sesi var." Diye düşünmeden edemedi Alhsom. "Bir dönem ben de okçuluk yapmıştım ancak sonra bana göre olmadığını düşünüp bıraktım." dedi. 

"Aptal mısın? Dünyanın en zevkli işidir ok atmak. Peki, başka kulüplere bakalım o zaman… Basketbola ne dersin?" 

"Yeterince uzun değilim." 

"Voleybol?" 

"Hiç oynamadım." "Spora ilgin yoksa edebiyat kulübü ya da Gille gibi müzik kulübüne de katılabilirsin." 

Alhsom, Gille'e dönerek devam etti: "Sen müzik kulübünde miydin?" 

Gille göğsünü şişirerek konuşmaya dâhil oldu: 

"Evet. Çok iyi piyano çalarım." 

"Müziğe yeteneğim yok, edebiyat kulübü de eğlenceli olmaz." Misa'ya döndü. "Yüzme olur mu?" 

"Maalesef okulumuzun yüzme havuzu yok. Dövüş sanatları kulübüne ne dersin? Üst sınıftan bir çocuk kulüp başkanı. Gerçi ona ulaşman biraz zor. Pek konuşkan birisi değildir ve boş zamanlarını hep antrenmanda geçirir. Buna rağmen oldukça ünlüdür. Onunla tanışmak isteyen onlarca kız olmasına rağmen kendisi hiçbiriyle ilgilenmiyor gibi. Ah, böylelerinden nefret ediyorum! Pardon, konuyu çok dağıttım." 

"İlginç birisine benziyor ama aradığım bu da değil." 

"Of, çocuk gibisin gerçekten! Ben daha fazla uğraşamayacağım, Gille sana yardım etsin. Kulübünü seçtiğinde yanıma gel, yarına kadar süren var."

"Dostum onu gerçekten kızdırdın." dedi Gille. "Eski okulunda hangi kulüpteydin ki?" 

"Kendo." dedi Alhsom, kızı sinirlendirmesinin pişkinliğiyle. 

"Kendo mu? En baştan söylesene. Dövüş sanatları kulübünden bir öğrenci bu yıl kendo kulübü açmak için imza toplayacağını söylemişti." 

"Sormadınız ki. Peki, nerede bulacağım bu kişiyi?" 

"Öğle arası kantine git, orada olacak. Sarı saçlı, kısa boylu bir kız. İsmi Irina." 

Günün geri kalanı Gille'in okulu tanıtmasıyla geçti. Öğle arası geldiğinde Alhsom, bahçeye inip kantinin çevresine bakınmaya başladı. En solda yalnız başına oturan bir kız gözüne çarptı, yanılmıyorsa noodle yiyordu. Fiziksel özellikleri de Gille'in tanımına uyuyor gibiydi. Kızın arkası dönüktü. Yaklaşıp seslenmek istedi ancak tam o sırada kız ayağa kalktı ve Alhsom'a doğru bir tekme savurdu. Alhsom son anda geri çekilmeyi başarmıştı.

"Hey, sakin ol!" dedi.

"Birine arkadan yaklaşmak kaba bir harekettir bilmiyor musun?" 

"Özür dilerim, sadece kendo kulübü hakkında konuşmak için gelmiştim." Bir süre duraksayıp devam etti. "Beni buraya Gille yolladı." 

"Gille mi? Onu nereden tanıyorsun ki?" Kız şaşırmış gibi duruyordu. 

"Sıra arkadaşıyım. Beni tanımaman normal, bu sene transfer öğrenci olarak geldim. Şey, o dedi ki kendo kulübü açılması için uğraşıyormuşsun. Kabul edersen ben de katılmak isterim." 

"Vay, bu harika! Seninle beraber 6 kişi oluyoruz, bu da kulübü açacak yeterli kişi sayısına ulaştık demek oluyor. Öğrenci kartını uzat, ben işlemleri hallederim." Alhsom kartı uzattı, o da eline alıp incelemeye başladı. "Alhsom Scheuer ha? Pardon kabalık ettim, kendimi tanıtmadım. Ben Irina Volinsky, 2.sınıf öğrencisiyim." 

"Memnun oldum." dedi Alhsom. Ardından ikisi de susunca garip bir ortam oluştu. Alhsom son vermek için gitmeye karar verdi. "Görüşürüz o zaman." 

"Görüşürüz." 

Alhsom günün ve haftanın geri kalanını Gille ile geçirdi. Arada Misa da onlara katılıyordu. Diğer insanlarla ise fazla muhabbete girmemişti. Onlar onunla konuşmamıştı, o da onlarla konuşma gereği duymamıştı. Hafta bittiğinde müdür, okul çıkışı konuşma yapacağını açıkladı. Herkes dışarıda sıra olmuş bekliyordu, müdür mikrofonu aldı ve konuşmaya başladı: 

"Değerli Tyronfield öğrencileri, an itibariyle 2063-2064 eğitim öğretim yılının ilk haftasını hayırlısıyla bitirmiş bulunmaktayız. Öncelikle konuşmama maalesef kötü bir haberle başlayacağım: Güvenlik eksikliği nedeniyle bir süre erkek öğrenci yurdunu kapatmak zorunda kaldık. Bu yüzden bu yıl yurda yeni öğrenci alamadık; 2. 3. ve 4. sınıf erkek yurtluları ise kız öğrenci yurdunun alt katına taşıdık. Merak etmeyin, bu geçici bir çözümdür. Zaten yakın zamanda memurlar tadilat amaçlı ziyaretimize gelecekler. İkinci haberim ise 4. sınıfların katına haşere koruması amaçlı ilaçlama yapılacağıdır. Lütfen değerli eşyalarınızı sınıfta bırakmayın. İlginiz için teşekkürler, iyi tatiller." 

Konuşmadan sonra herkes dağıldı. Yurtlular içeri girmek için sıra olmuşlardı fakat Misa, Alhsom'un yanında bekliyordu. 

"Saçmalığa bak." diye muhabbete girdi. "Güvenlik sorunuymuş. Yeni mi gelmiş akıllarına? Bizi üst katlara attılar erkekleri yerleştireceğiz diye." 

"İlginç bence de. Şu sıraya bak resmen izdiham." dedi Alhsom kalabalığı göstererek. 

Misa somurtarak cevap verdi: 

"Eh, yurtlular evlerine gitmek için heyecanlılar tabi." 

"Sen niye gitmiyorsun peki?" 

Misa, bir süre duraksayıp cevap verdi. "Çünkü gidecek bir yerim yok." Yurdun yanındaki bahçede altın rengi tüyleri olan bir köpekle onu gezdiren bir erkek öğrenciyi gösterdi. "Ben de aynı onun gibiyim." 

Alhsom bu cevap karşısında şoke oldu. Pot kırdığını fark ederek istemsizce geriye çekildi. Böyle anlardan nefret ediyordu işte. Kaçıp gitmek istedi, yine her şeyi batırmıştı! Belki de insanlarla konuşmamalıydı hiç. Fakat sessiz kaldıkça durumun daha da kötüye gittiğini fark etti, üstelik kaçma şansı da yoktu. Bu yüzden bir kere daha denemek istedi: 

"Özür dilerim, ben… Bilmiyordum." 

Misa, Alhsom'un gerildiğini fark etmiş olacak ki gülerek devam etti: 

"Yok yok, sorun değil. Senden bilmeni bekleyemezdim zaten." 

Başarmış mıydı? Misa'nın gösterdiği çocuğa bir daha baktı. Uzun boyu, yapılı vücutlu, sarışın bir çocuktu. Yanında da turuncu ve siyah tonlarda kıllara sahip bir köpek duruyordu. Alhsom'un bildiği kadarıyla bu bir Alman çoban köpeği olmalıydı. "Kim bu gösterdiğin kişi?" 

"Sana bahsettiğim şu dövüş sanatları kulübü başkanı: Rodney Duncan." 

"Kızların onunla ilgili düşünceleri hakkında söylediklerin şimdi mantıklı geliyor." Kısa süreli bir sessizlikten sonra devam etti: 

"Neyse görüşürüz o zaman. Gideyim ben, belki Gille'e yetişirim." 

"Görüşürüz. Belki de ileride birbirimiz hakkında daha fazla şey öğreniriz ha?" diye yanıtladı Misa ve tekrardan gülümsedi. Fakat bu seferki öncekinden farklıydı. Sanki bir çocuğun gülümsemesiydi. İçteki bir kırgınlığın çevresine zarar vermek istemezcesine, nazikçe dışarı çıkması gibiydi. Alhsom hızla uzaklaşıp çıkışa ilerledi. Gözleri Gille'i aradı, biraz bakındıktan sonra sokağın aşağısında, yanında bir kızla birlikte yürüdüğünü gördü. Evet, Irina'ydı bu. Eve yalnız dönmek zorundaydı anlaşılan. Yürümeye başladı fakat bu sefer kulaklıklarını takmadı, onun yerine, yol boyunca, anılarının belirsizleşmeye başladığı zamanlardan itibaren tüm yaşadıklarını üstünkörü düşündü. Belki de hala daha bir annesi olduğu için şanslıydı. Annesinin evden çıkmadan önce ona akşam eve gelmeyeceğini, dolaptaki yemeği ısıtmasını söylediğini hatırlayınca vazgeçti. Kerem'le birlikte olacaktı tabi ki! Kerem'i niye hiç sevmediğini de bilmiyordu aslında. Sadece annesinin değil başkalarının da gözünde herkesin yardımına koşan, başarılı, harika bir insandı o ama bir şey vardı işte. Diğerlerinin görmediği, anlamadığı bir şey. Alhsom biliyordu, bu adamın içinde bir şeytan yatıyordu ama annesini de suçlayamıyordu. Annesinin babasının ölümünü kabullenmesi ondan bile zor olmuştu. Travmayı yeni atlatmışken kendisini Kerem'in kollarına bırakmak belki de tek çözümmüş gibi gelmişti ona. Tam 5 yıl boyunca eşinin ölmediğine, geri geleceğine gerçekten inanarak bekledi. Öyle ki Alhsom'u bile buna inandırmıştı. Alhsom her doğum gününde babasının Mısır'dan aldığı hediyelerle geleceği anı beklemiş ve hayal kırıklığına uğramıştı. Hatta belki gece gelir diye uyumak bile istemiyor, annesiyle kavga ediyordu. Eski inatçı benliğini hatırlayınca gülümsemekten kendini alamadı. Anneanne ve dedesi hem ona hem annesine gerçeği anlatmak için her şeyi denemiş, psikolog yardımı bile almışlardı. Tuhaf olan küçük Alhsom durumu annesinden daha önce kabullenmişti ancak hala içinde istemsiz bir umut vardı. Hâlâ her doğum gününde ortaya çıkan o rahatsız edici his… Babası hiçbir zaman gelmeyecekti, bunu biliyordu ama bu his bir türlü geçmemişti. Annesini belki de bu yüzden asla affedemeyecekti. Bunları düşünürken sonunda eve vardı. 

 Bu hafta sonu da okuldan önceki günlerinden farksızdı. Zamanını bilgisayar başında ve Andy ile konuşarak geçirdi. Tabii okullar açıldığı için eskisi kadar vakitleri olmamıştı. Ona okuldan ve üstü kapalı olarak tanıştığı insanlardan bahsetti. Andy de ona kendi haftasını anlattı, "Her şey bıraktığın gibi." demişti. Çok geçmeden yeniden pazartesi günü geldi. Bu hafta kulüp çalışmalarının başlayacağı haftaydı. Kendo kulüpleri; bir hafta salı perşembe, diğer hafta sadece salı günü çalışma olacak şekilde ayarlanmıştı. Irina'nın söylediğine göre bunun sebebi diğer kulüplerle salonu paylaşmaları gerekmesiymiş. Salı günü okuldan sonra kulübe kaldığında, Alhsom, Irina'nın korkunç tarafıyla yüzleşti. Hocaları, dövüş sanatları kulübü hocasıyla ortaktı ve kendo hakkında pek bilgiye sahip değildi. Bu yüzden bütün yetki Irina'nın elindeydi. Daha ilk günden onları zorlamış ve hiçbir antrenmanı kaçırmamaları için tembihlemişti, yoksa kulüp kapanırdı. Ayrıca malzemeler henüz eksikti bu nedenle Alhsom'a boyuna göre büyük bir kılıç kalmıştı. Herkes kendi boyuna uygun olanları kapmış, Alhsom onlara yetişememişti. Irina ona şimdilik bununla idare etmesini, en geç haftaya kadar malzemelerin tamamlanacağını söyledi ancak bu durum Alhsom'a Irina'nın düşündüğü kadar sorun yaratmamıştı. Bunu gören Irina Alhsom'la konuşmak istedi: "Hey, diğer çaylaklara ve kılıç boyuna bakacak olursak oldukça iyisin. Önceki okulunda başarılı mıydın bu konuda? Yalnız, böyle diyorum diye sakın şımarayım deme. Hala çok eksiğin var. Gille, önceden tecrüben olduğunu söylemişti fakat belli ki yazın hiç çalışmamışsın." 

Alhsom gülerek karşılık verdi. "Evet, haklısın; yazın hiç çalışmadım. Kendo kulübüne ilk başladığımda en kısa ve zayıf çocuk bendim. Vücudum ancak spordan sonra gelişebildi. Biraz da umursamaz bir senseimiz vardı, hiçbir zaman eksik malzemelerimizi tamamlamakla uğraşmadı. Kılıcım 3 ve 4. sınıftakilerin kullandığıyla aynıydı. Bu yüzden çok zorlanmıştım ve hep bu sporda kötü olduğumu düşünmüştüm. Ama artık başlamıştım bir kere, o kadar emekten sonra ayrılmanın anlamsız olduğunu düşünmüştüm. Hayatım boyunca yaptığım her sporu başarısız olduğumu düşünüp bırakmıştım, aynısını buna da uygulamak istememiştim. Bu yıl okul değiştirince bahaneyle yeni bir kulübe katılayım dedim ama gördüğün üzere… (elindeki kılıcı gösterdi) belki de bu benim kaderimdir." 

"Kadere inanmam ama azmini takdir ettim. Bu kılıçla devam edeceksin o zaman. Ayrıca bu sefer çalışmaya ara vermek yok!"

Alhsom da öyle olmasını umuyordu. Kulüp bittikten sonra eşyalarını toplayıp gitmeye hazırlanırken Gille ile karşılaştı, birbirlerini selamladıktan sonra yollarına devam ettiler. Okuldan çıkarken arkasına bakan Alhsom, Gille'in yine Irina ile birlikte olduğunu gördü. İlginç olan Irina gülüyordu, Alhsom onu ilk defa gülerken görmüştü. Bu ikisi gerçekten yakın olmalılar, diye düşündü. Bir yandan da eve tekrardan yalnız gitmek istemediği için telefonunu hazırlıyordu. Andy ile bu konu hakkında haftalar önce konuşmuşlardı. Andy'nin sayesinde bir uygulamanın beta sürümüne kaydolmuşlardı. Bu uygulama sayesinde konuştuğunuz kişinin hologramı çevresindeki bazı şeylerle beraber yanınızda beliriyordu. Öyle ki Concord City'de bu teknoloji yaygınlaşmaya başlamış, insanlar sokakta hologramlar görmeye alışmıştı. Andy de şu anda okuldan çıkmış olmalıydı, yani bu eski günlerdeki gibi eve birlikte gidebilecekleri anlamına geliyordu. Telefonu cebine, kamerası dışarı bakacak biçimde yerleştirdi, ardından Andy'yi aradı. "Hey Andy, nasılsın?" 

"Vay, sonunda bu teknolojiyi denemek aklına geldi demek! İyiyim, sen nasılsın?" 

"Ben de iyiyim." gözlerini kısarak Andy'ye baktı. "Yine yağmur mu yağıyor orada?" 

Andy güldü. "Oradan belli oluyor mu? Bildiğin gibi işte. Sizin sokak da çok boş duruyor, şarj istasyonundan başka bir şey yok mu orada?" 

"Market var, bak." Dedi telefonu yaklaştırarak. "Aslında buraya gelmeden önce çok sıkılacağımı düşünmüştüm, gördüğün üzere, burada yapacak pek bir şey yok ama öyle olmadı. Gille ile, Misa ile, kendo kulübündeki diğer insanlar ile tanışmak bana farklı bir his verdi. Concord City'de hiç böyle olmamıştı. Sorun orada mıydı yoksa burada mı yoksa ben mi değiştim bilmiyorum ama şu anda eskisinden farklı hissediyorum. Concord City'de tek arkadaşım diyebileceğim kişi sendin, gerçekten, diğerlerine hep geçici gözüyle bakmıştım. Orada beni yalnız bırakmadığın için çok teşekkürler." 

"Vay, hep böyle ciddi konuşurdun ama ilk defa bu kadar duygusallaştığını gördüm. Ben de sevindim cidden sosyalleşmene. Belki de buna sebep olan saydığın etkenlerin hepsidir. Sana en başından söylemiştim New Tyro'ya gitmen o kadar da kötü bir şey değil diye… Hey bu ses de ne?" Alhsom'un yanından geçtiği Alakraqir tapınağından gelen bilmedikleri bir dildeki sesler konuşmalarını bölmüştü. Alhsom alışkın gibiydi, hiç şaşırmadan cevapladı: 

"Alakraqir dinine inananların ibadet çağrısı bu. Günde 3 defa yapıyorlar bu çağrıyı: sabah, öğle, akşam. Burada sayıları gerçekten fazlaymış, buraya gelene kadar ben de bilmiyordum bu geleneği." 

"Ne söylüyorlar peki?" 

"Bilmem, antik bir dilde sanırım. Zaten onların da çok bildiklerini sanmıyorum. Pek giden de yok, baksana." 

"Ama bu hiç mantıklı değil. İnsanlar rahatsız olmuyor mu?" 

"Şikâyet edenler olmuş 'Sabahın köründe sizin çağrınızı duymak zorunda değiliz!' diye fakat bu ses sistemlerinin daha da güçlendirilmesiyle sonuçlanmış." Ardından gülerek ekledi: "Bu bilgileri annemden öğrendim, o da beni bu adamlara bulaşmamam için uyarmıştı." 

"Gerçekten saçmaymış. Concord City'de böyle bir şey yokken niye burada böyle bir uygulamaya gidilmiş ki?" 

"Sana daha önce de anlatmıştım, devlet dediğin şey, şekil değiştiren bir şeytan. Adalet, özgürlük, eşitlik… Hiçbiri onlar için bir şey ifade etmiyor. New Tyro'da Alakraqir inananları çoğunlukta olduğu için Metusha'nın adını kullanarak ve böyle uygulamalar yaparak nüfuz elde ediyorlar. Şu anda da olduğu gibi din daima insanların elinde bir propaganda aracı olmuştur." 

"Yine başladık…" 

Andy, Alhsom'un propagandalarıyla uğraşmamak için geçiştirmişti. Alhsom, yine de bunu umursamadan konuyu kapattı. Bir süre daha havadan sudan konuştuktan sonra ikisinin de evlerine varmasıyla sohbetleri sona erdi. 

Next chapter