webnovel

SOUL, BODY AND SILICON

I am still in the correction phase right now. I can assure you that I will translate this novel to English, as soon as I have enough free time.

Tobkar · Sci-fi
Not enough ratings
8 Chs

YILDIZLARIN KIZI

 Alhsom, sabah olduğunda hazırlanıp Misa'yla buluşmak için okulun önüne geldi. Misa henüz gelmemişti ve Alhsom niyeyse biraz heyecanlıydı. Onu beklerken okulun içerisinde gezinen sarı-kahverengi tonlarında, kovboy temasında giyinmiş bir adam gördü. Şapkasını öne doğru eğdiği için yüzü gözükmüyordu. Hemen ardından erkekler yurdunun kapısı açıldı ve dışarı; deri ceketli, simsiyah kıyafetler içinde, oldukça ürkütücü gözüken bir çift maskeyle iki adam daha çıktı. Birinin maskesi kurukafa şeklindeydi. Yanındakiyse orta çağda veba doktorlarının taktıklarına benzer bir maske takıyordu. Kurukafa maskeli adam Alhsom'u fark edince ona doğru yürümeye başladı. Alhsom çok korkmuş, hatta bacakları titremeye başlamıştı. Burada normal olmayan bir şeyler vardı. "Birini mi bekliyorsun?" dedi adam. Adamın sesi, maske nedeniyle hafif boğuk duyulsa da alaycı tavrıyla birlikte doğal olan tiz ve çatallı sesi hâlâ seçilebiliyordu. "E-evet." dedi Alhsom. "Arkadaşımla buluşacaktım, birazdan gelir." Adam cebinden bir rozet çıkarıp gösterdi, üzerinde üç başlı bir yılan figürü vardı ve altında Council of the Magic Serpent yazıyordu. "Biz buraya Serpent ilaçlama şirketinden geliyoruz. Görünüşümüz seni korkuttuysa kusura bakma, şirket prosedürleri işte. Ucube patron ille de bunları giymemizi istiyor. Neyse, sana tavsiyem: Derhal, arkadaşını da alıp buradan uzaklaş! Güneş batmadan da sakın geri dönmeyin. Sonra zehirlenirseniz karışmam." Ardından yapmacık bir kahkaha attı. Sanki Alhsom'u rahatlatmak amacıyla takınılan bu tavır, aksine, onun daha da huzursuz hissetmesine neden olmuştu. Sonrasında kovboy kılıklı adam, diğerlerine seslendi: 

"Hadi baylar, oyalanmayın." 

Bağırmasına rağmen sesi oldukça sakin ve duygusuz duyuluyordu. Ardından üçü de okulun yolunu tuttular. O esnada Misa, Alhsom'un yanına geldi. Günaydın!" dedi enerjik bir şekilde. Alhsom önce irkildi, sonra her zamanki gibi donuk bir "Günaydın." ile karşılık verdi. Alhsom'un tepkisi Misa'yı güldürdü. "Seni korkuttum mu?"

"Ne diye aniden ortaya çıkıyorsun? Şu ilaççı adamlar yüzünden gerilmiştim."

"İlaççı adamlar?" dedi alaycı bir tavırla Misa. 

"Her neyse işte. Korkutucu bir tarzları vardı."

"Onları boş ver de senin tarzın gayet iyimiş." 

Aslında; beyaz bir tişört, mavi kot ceket ve mavi kot pantolonla basit bir kombin yapmıştı sadece. "Teşekkürler, sen de çok şık olmuşsun." dedi. Alhsom onu okul kıyafetleri olmadan ilk defa görmüştü. Misa da çok abartılı giyinmemişti. Üstüne beyaz bir bluz, altıınaysa pembe bir etek giymişti. Çok az da makyaj yapmıştı. Alhsom'un düz bir erkek olarak fark edemeyeceği düzeyde.

"Hehe, teşekkür ederim." dedi Misa. "Haydi, yola koyulalım. Beni takip et."

 Misa, Alhsom'u daha önce hiç bilmediği bir yere götürdü. Tabelada silik harflerle Bir Zamanlar Kitapçısı yazıyordu. İkisi içeri girdiklerinde, onları örgülü saçlarıyla gözlüklü bir kız karşıladı. Saçlarının altta kalan kısımları yeşil boyalıydı, geri kalanıysa kumraldı. Bu kız edebiyat kulübü başkanı Lina'dan başkası değildi. "Hoş geldin" deyip Misa'ya sarıldı. "Yalnız gelmemişsin bu sefer." dedi göz ucuyla Alhsom'a bakarak. 

"Alhsom bizim sınıfta, kendisi kitap okumayı çok severmiş. Ben de onu buraya getirmeye karar verdim." dedi Misa. Kız, bir süre Alhsom'u süzdükten sonra "Söyle bakalım, ne tarz kitaplardan hoşlanırsın?" dedi Alhsom'a.

"Bu aralar Tolstoy okuyorum ama çoğunlukla fantastik ve bilim kurgu temalı kitaplar okumayı severim. İnanılmaz düzeyde hayal gücü içeren eserlere bayılırım."

"Neden, peki?" 

"Yarattıkları evrenler hoşuma gidiyor diyebilirim basitçe. Zaten kitap okumayı sevmemin temel sebebi de kendi hayatımı yeterince ilginç bulmamam. Çoğu zaman kitaplardaki o fantezi dünyasına dalmak, karakterlerle kendimi özdeşleştirmek; gerçek hayatta yapabileceğim aktivitelerden daha keyifli geliyor." 

"Kitaplar, senin için sıkıcı hayatından bir kaçış aracı mı yani?" dedi Lina.

"Bilmem. Sadece Alhsom olmaktansa bir büyücü, bir canavar avcısı, ünlü bir dedektif, bir kahraman ya da kötücül bir deney sonucu yaratılmış bir mutant olmayı yeğlerdim. Biliyorum; böyle söyleyince çocuksu bir düşünceymiş gibi geliyor ama en azından daha eğlenceli ve bir amaç uğruna geçirebileceğim bir hayatım olurdu." 

"Sen, gerçeklerden kaçmak isterken aslında kendini onların tam ortasına atıyorsun; hayranlık duyduğun o karakterlerin hikâyelerini okurken kendini daha zayıf, daha eksik hissediyorsun. Yanılıyor muyum?" Bu kız gerçekten de zekiydi. Alhsom şaşkınlık içinde Misa'ya baktı: Kenarda oturmuş, Lina ile olan sohbetlerini sessizce dinliyordu. Alhsom sadece "Olabilir, bilmiyorum." demekle yetindi. 

"Tolstoy okuduğunu söylemiştin. Eğer sahne arkasında neler döndüğünü merak ediyorsan İtiraflarım'ı öneririm sana." dedi Lina. "Ayrıca, hazır Rus edebiyatına girmişken Dostoyevski'ye değinmemek de olmaz." 

"Yeraltından Notlar okumuştum bir tek." 

"Hmm... Tarzın o kadar da kalitesiz değilmiş aslında." dedi sırıtarak. 

"Edebiyatta Ruslardan; felsefede Almanlardan uzak dur, derler." diye araya girdi Misa. "Depresif şeyler okumaktan hoşlanmıyorum." 

"Ama en güzel kitaplar da onlar oluyor hep." diye hayıflandı Lina. "Gelin de size biraz etrafı gezdireyim." 

Duvarlar çeşitli kategorilere ayrılmış kocaman raflarla doluydu. Alhsom hayatında ilk defa bu kadar kitabı bir arada görüyordu. "Bir şey sorabilir miyim?" dedi Lina'ya. "Şimdi bu dükkân senin mi?" 

Lina gülerek yanıtladı: "Hayır, tabii ki. Burası dayımın, ben sadece hafta sonları ilgileniyorum." 

"Tüm gün kitapların arasında olmak eğlenceli olmalı." 

"Ne yazık ki hiç de düşündüğün gibi değil. Tüm gün müşterilerle uğraşmak gerçekten can sıkıcı."

Ardından onları fantastik kitapların olduğu bölüme götürdü. Alhsom, bir çocuk misali eline geçirdiği tüm kitapları karıştırmaya başladı. "Hey, yerlerini bozma sakın." dedi Lina. Birlikte kitapları inceledikten sonra Misa, biraz da mangaları inceleme önerisinde bulundu. 

"Olur, neler önereceksin bakalım." dedi Alhsom. Çizgi roman raflarına giderken başlığı dikkatini çeken bir kitap fark etti: Yıldızların Kızı. "Oraya gitmeden bunu da incelesem olur mu?" dedi. Kitabı gören Lina, hemen araya girdi: 

"Yıldızların Kızı ha? Kısa ama güzel bir öykü kitabı. Savaş yıllarında geçiyor, Nisma isimli bir kız çocuğunun hikâyesini anlatıyor. Orta Doğu Birliği'nde bulunan bir grup Wesmoria ajanı geceyi geçirmek için uğradıkları motelde şans eseri Nisma'nın annesine rastlarlar. Kadınla bir süre konuştuktan sonra kocasının batı cephesinde üst düzey bir komutan olduğunu ve kendisinin de önemli stratejik üslerin bilgisine sahip olduğunu fark ederler ancak kadın ülkesine ve ailesine ihanet edecek biri değildir. Bunu bildikleri için Nisma'nın okuduğu okula ulaşan ajanlar onu kızıyla tehdit edince kadın bildiği her şeyi anlatmak zorunda kalır fakat maalesef adamlar, kadının sadece bilgilerinden yararlanmakla kalmazlar. Ekibin lideri kadına tecavüz eder. İşin sonunda, kadın köyüne döndüğünde derhal tutuklanır. Kadını ve ailesini tanıyan motel görevlisi olaylara kulak misafiri olmuş ve bunu çoktan ailesine yetiştirmiştir. Sonuçta ortada ihanet ve edepsizlik suçu işlemiş bir kadın bulunmaktadır. Kadın da motel görevlisi ve kendi ailesi tarafından ihanete uğramıştır. Onu köyün ortasında bir kazığa bağlarlar. Herkes çevresine toplanmış, ellerine taşları almış, muhtarın emrini beklemektedir. O sırada okul çıkışı kalabalığı fark eden Nisma, ne olduğunu görmek için yanlarına gider ve aralarına girdiğinde o korkunç manzarayla karşılaşır. 'Anne!' diye bağırır. Kadın onu fark etmiştir fakat yaralarından tepki verecek hali bile kalmamıştır. Kızı duyan bir adam sorar: 'Bu kadın senin annen mi?' Nisma tam cevap verecekken başka bir adam araya girer: 'Hayır o benim kızım.' O sırada eline aldığı bir taşı kıza uzatır. Kulağına eğilip 'Bunu yapmalısın yoksa senin de sonun aynı olacak. Hadi durma! Onlara onun kızı olmadığını kanıtla.' Nisma hiçbir tepki veremez, ağlamaz da korkmaz da. Elleri titreyerek biraz bekledikten sonra elindeki taşı annesine fırlatır. Büyük bir hışımla annesini taşlayan kalabalığa artık o da katılmıştır. İlk adam bu sefer: 'Eğer bu kadın onun annesi değilse annesi kim?' diye sorar yeni gelen adama. 'Yıldızlar.' diye cevap verir o da. 'O, yıldızların kızı.' Sonrasında kızı da alıp oradan uzaklaşır. Nisma'nın hayatını kurtaran adam, annesine bu zulmü yaşatan Wesmoria ajanlarından biridir. Belki de patronunun yaptıklarından dolayı vicdan azabı çektiği için kefaret ödemek istemiştir."

"Of, hayır! Çok depresif." dedi Misa. Ardından Alhsom'u kolundan çekip mangaların olduğu rafa götürdü. 

"Tüm kitabı anlatmasaydın keşke. Okumak isterdik belki." dedi Alhsom sürüklenirken. 

"Ne zırladınız ha! Bu sadece başı zaten, daha çok şey oluyor." dedi Lina.

Sonra, Alhsom ve Misa mangaları incelemeye başladılar. Lina da o esnada gelen müşterilerle ilgilenmekle meşguldü, işi bittiğinde ikilinin yanına döndü. "Hey, siz de acıkmadınız mı?" dedi. Alhsom saatine baktı. Saat, öğleden sonra ikiyi geçmişti.

"Çoktan öğlen olmuş! Zaman ne çabuk geçti."

"Ne yiyeceğiz ki?" diye sordu Misa. 

"Ben şimdi sipariş veririm, birazdan gelir." dedi Lina. Ardından Misa'ya göz kırptı. "Merak etme ne istediğini biliyorum." 

Yemek geldiğinde Alhsom Berserk isimli bir manganın kalın kapaklı cildini ele geçirmişti.

"Misa, bunu okumuş muydun? Çizimleri efsane gözüküyor." 

"Okumadım ama harika bir manga olduğunu biliyorum. Yine de ondan uzak dur bence. Lina'nın hikâyesi, yanında hafif kalır."

Yüzü düşen Alhsom mangayı yerine koyduktan sonra Misa'nın peşine koyuldu. Lina da o sırada, kitapçıdaki tek masanın üstünü boşaltıp yemekleri yerleştirmekle meşguldü. "Bu mantarlı makarna, bizim Avrupa Birliği'ndeki eski memleketimize özgü bir yemektir."

"Leziz görünüyor." dedi Alhsom. Lina ile birlikte nefis kokan tabaklarına yumuldular. Bir yandan göz ucuyla Misa'ya baktı. O, yemekten yemiyordu.

"Sen sadece salata mı yiyeceksin?" diye sordu.

"Ben öğlenleri pek bir şey yemem. Hem o şeyde ne kadar kalori var, biliyor musunuz?" 

"Böyle güzel bir vücuda sahip olmak kolay değil tabii." dedi Lina sırıtarak.

"Yine de abartıyor bence. Güzel olmak için aç kalmana gerek yok." dedi Alhsom.

"Canım. Güzel olmaya değil, güzelliğimi korumaya çalışıyorum zaten." dedi Misa. Misa'nın samimi hitabına şaşıran Alhsom'un yanakları kızardı. Karşı cinsle bu şekilde konuşmaya alışık değildi. Lina ise yanıt olarak gözlerini devirmekle yetindi. Yemekten sonra Misa ve Alhsom, bir süre daha okudukları kitaplar hakkında konuştular. Dükkânın kapanma saati yaklaşınca da Lina'ya veda edip oradan ayrıldılar.

"Ee şimdi ne yapıyoruz?" diye sordu Misa.

"Biraz da kütüphaneyi gezseydik." dedi Alhsom. 

"Belediyenin kütüphanesi işte. Bir Zamanlar Kitapçısı'ndakinden daha fazla içerik yok, emin ol. Üstelik tüm günü kitaplar arasında mı geçireceğiz cidden?" 

"Peki, tamam; nereye gidelim sen söyle." dedi Alhsom. "Ben buraları hiç bilmiyorum." 

"Akşamdan önce yurda giremeyeceğim, biliyorsun. Bildiğim hoş, nostaljik bir Shuiji restoranı var. Beni orada yemeğe çıkarabilirsin, istersen. Hazır dışarı çıkmışken bugünlük, yurdun berbat yemeklerini tatmak istemiyorum."

"Tamam, nereden gidiyoruz?" 

"Off, çok sıkıcısın! Gizlice internetten bakıp bana yolu göstermen gerekiyordu." Telefonundan Alhsom'a yolu gösterdi. Kızın ondan böyle bir jest bekleyeceği, Alhsom'un aklına gelmemişti. Birlikte, havadan sudan konuşarak yürüyorken Alhsom yine birinin onları izlediği hissine kapıldı. "Yeter ama!" dedi. "Birisi beni takip ediyor, bundan eminim artık." 

"Ah, ben de bir tek ben fark ettim sanıyordum." 

"Sen de hissediyorsun değil mi?" dedi Alhsom. Ardından etrafına bakınırken sokak lambasına yaslanmış, orta yaşlı bir adamla göz göze geldi. "Şuradaki adama bak." dedi Misa'ya. "Lina'nın bugünkü müşterilerinden biriydi." 

"Yüz hafızan bayağı iyiymiş." 

Bu adamı unutmak mümkün değildi ki. Hava kapalı olmasına rağmen gözünde bir güneş gözlüğü, üzerinde çok sık giydiği belli olan rengi solmuş bir takım elbise vardı. O gözlüğü kitapçıdayken de çıkarmamıştı ve uzun, dalgalı, beyaz saçları yüzünü gölgelediği için de gizemli bir görünüme sahipti. 

"Kesinlikle bizi izliyor, polise haber vermeliyiz." dedi Alhsom. "Şunun tipine baksana!" 

"Sakin ol. Belki de sadece bizimle aynı yere gidiyordur. Hem etrafta insanlar varken bize hiçbir şey yapamaz."

 Her ne kadar ikisinin de içine sinmese de henüz bir kanıtları olmadığı için yollarına devam etmeye karar verdiler. Onlar adamı süzerken adam gözlerini kaçırmaya bile tenezzül etmemişti. 'Ne kadar da pişkin.' diye düşündü Alhsom. Bir süre sessiz yürüdükten sonra Misa ciddi bir ses tonuyla sessizliği bozdu: "Sana bir şey sormak istiyorum. Eğer baban ölmemiş, bir yerlerde saklanıyor olsa ve bir gün karşına çıksa… Ona ne söylemek isterdin? Daha doğrusu gelmesini ister miydin?" 

"Yani yedi yıl boyunca nerede olduğunu sorardım herhalde. Neden gittiğini sorardım ve tabii ki gelmesini isterdim. Eğer babam yaşasaydı şu anda her şey daha farklı olabilirdi, annem de ben de daha mutlu olabilirdik." 

"O kadar basit düşünme. Yedi yıldır ortalarda yoktu ve bir anda karşınıza çıktı. Sence her şey eskisi gibi olabilir mi? Concord City'e geri mi dönerdiniz? Tekrardan okul değiştirmek zorunda kalırdın. Eğer annenin devam eden bir ilişkisi varsa ona ne olurdu?" 

"Hey, çok teorik konuşuyorsun. Tabii ki de hiçbir şey eskisi gibi olamaz, hiçbir şey geçmiş yılları geri getiremez ama en azından geleceği değiştirebilirdik."

"Haklısın." dedi Misa. "Benim babama bir şey sorabilme hakkım olsaydı ne sorardım biliyor musun?" derin bir nefes alıp dudaklarını ısırdı. "Anneme neden tecavüz ettiğini sorardım." Alhsom şaşkınlıkla baktı. "Eğer bu olay, hiç yaşanmasaydı doğamayacağımı biliyorum. Ben sadece… Neyse boşver. Hadi daha keyifli şeyler hakkında konuşalım." Alhsom yumruklarını sıkıyordu. Bu sefer de hiçbir şey söyleyememişti. Zaten ne diyebilirdi ki? Herkes gibi yapmacık sözler sarf edip sırf kendi vicdanını rahatlatmak için konuşuyormuş gibi gözükmek istemiyordu. Bir süre daha yürüdükten sonra nihayet Misa'nın bahsettiği mekâna vardılar. Dükkânın ismi Concord City'deki dükkânları andıran neon ışıklarıyla ve Shuiji alfabesiyle yazılmıştı. Gerçekten hoş ve biraz da iç karartıcı bir görüntüydü. İçeri geçip cam kenarında bir masa kaptılar. Hava tam kararmamıştı ama bu kadar yürümek onları acıktırmıştı. Misa menüden bir şeyler seçti, ne olduklarını bilmediği için Alhsom da aynılarını istedi. Onlar yemeği beklerken Alhsom, mekânda çalan şarkılara odaklandı. Shuiji dilinde; seksenlerin slow, pop şarkıları çalıyordu.

"Ne de hoş şarkılar çalıyorlar." dedi. 

"Sözlü şeyler sevmiyordun hani." dedi Misa gülümseyerek. 

"Mekânın ve şarkıların birleşerek verdiği nostaljik atmosferi sevdim. Sahiden de iyi bir yere getirmişsin beni." dedi Alhsom. 

"Şş, unuttun mu? Beni, sen buraya getirdin." 

"Haklısın, unutmuşum." deyip gülümsedi Alhsom da. 

Yemeklerin gelmesi uzun sürmüştü ama buna değmişti. Çoğunlukla deniz mahsulleri kullanılmıştı ve gerçekten lezzetliydiler. 

"Shuiji eskiden harika bir ülkeymiş. Başkenti Dünya'nın en kalabalık şehriymiş. Yanlış anlama, hâlâ daha güzel bir ülke ama savaşın yıkıcı etkilerinden maalesef orası da nasibini fazlasıyla almış. Şu anda kültürünün böyle yerlerde yansıtılıyor olması çok üzücü geliyor bana." 

"Evet, babam da böyle hikâyeler anlatırdı hep. Her ne kadar savaşın yaralarını çoğunlukla sardık gibi gözükse de geçmişteki göz kamaştırıcı metropollerden geriye sadece enkaz yığınları kaldığını görünce içi burkuluyor insanın. Yani, insanların güzel şeylere olan bu nefretini hâlâ anlayamıyorum. Birbirlerini yok etmeye niye bu kadar meraklılar?" 

"Çünkü insanlar aptal!" dedi Misa hışımla.

Kızın bu tepkisi hoşuna gitmişti. Alhsom, yemeye devam ederken bir yandan da Misa'yı inceliyordu. Bir tanrıçanınmış gibi yumuşak, dalgalı, resmen kusursuz, kızıl saçları; arkada, uzakta duran içi renkli ve kocaman balıklarla dolu akvaryumun görüş alanından çıkmasına neden oluyordu. Yemek, müzik, duvarlar, döşemeler... Her şey o kadar güzel gelmişti ki o an hiç bitmesin istiyordu. Tabii bir süre sonra yemekleri bitmiş ve gitme zamanı gelmişti. Alhsom hesabı ödemek için kalktı. 

"Ben de geleyim." dedi Misa. 

"Seni ben yemeğe çıkardıysam benim ödemem gerekmez mi?" 

"Olur!" dedi Misa keyifle gülümseyerek.

 Restorandan çıktıklarında havanın kararmaya başladığını fark ettiler. "Gitmeden önce." dedi Misa. "Sana kendim hakkında daha fazla şey anlatacağıma söz vermiştim. Şimdi, o sözümü tutmak istiyorum. Ben aslında yalan söyledim, tam olarak kimsesiz sayılmam. Yani anne ve babam yok ama anneanne ve dedem var." 

"Hafta sonları niye yanlarına gitmiyorsun o zaman?" diye sordu Alhsom. 

"Kendimi rahat hissedemiyorum çünkü. Onlar öyle söylemese de biliyorum, bana sırf vicdanlarını rahatlatmak için bakıyorlar. Devletin benim için ödediği parayı hesabıma yatırdıkları zaman her şey bitmiş oluyor. Onlarla birlikte olduğumda da sadece derslerimle alakalı sorular soruyorlar ama benim ihtiyacım olan şey para değil! Yine de beni umursuyor gibiler aslında... Hayır, bana acıyorlar. Okçuluğa ilgim olduğunu gördüğü için dedem kendi maaşıyla yay almıştı bana. Bak görünüşte her şey ne kadar da güzel(!) Ama öyle değil işte; anneannem tüm gün Tanrı'ya ibadet ediyor, artık canını alması için ona yalvarıyor. Dedem de benimle eskisi gibi konuşmuyor. Kısa cümlelerle sağlığımı ve maddi durumumu sorup beni başından savıyor. Bana zorunda oldukları için bakıyorlar. İkisi de aslında çok duygusuzlar. O ev yıllardır cenaze evi gibi, yani bir zamanlar gerçekten öyleydi de. Ah, üzgünüm, çok alakasız yerlerden girdim konuya. Annem, ben doğmadan önce uyuşturucu bağımlısıymış. Dindar bir ailede büyümesi, maalesef bu alışkanlıklarına engel olmamış. Bu yüzden anneanne ve dedemle de araları hep bozukmuş zaten. Kendisi yalnız yaşıyormuş ama anneannem sık sık ziyaretine gidermiş ve annem, geceleri hiç evinde olmazmış. Geldiğinde de çoğunlukla vücudunda yaralarla dönermiş. Sonrası kavga, gürültü işte. Bir gün annemin hamile olduğu ortaya çıkmış. Annem önce çocuğu aldırmak istemiş ama ailesi buna karşı çıkmış. 'Tanrı'nın verdiği canı sadece o geri alabilir. Çocuğunu kabullenmekten başka çaren yok.' demişler. Ne kadar da garip değil mi? Sanki bahsettikleri çocuk taşınması gereken bir lekeymiş gibi. İşte o istenmeyen çocuk bendim, o leke bendim. Annem günlerce kara kara düşünmüş. Gizlice kürtaj yaptırmayı düşünmüş fakat cesaret edememiş. Sonra da çok geç olmuş zaten. Ben yeterince gelişince bana bağlanmış ve öldürmeye kıyamamış. Ardından, anlık sorumluluk bilinci gelişmiş ve uyuşturucuyu bırakmış, bebeğin sağlığı için tedavi görmeye başlamış. Her şey çok güzel ilerliyormuş anlayacağın ancak ben doğduktan sonra durum tekrardan tam tersine dönmüş. Annem yeniden uyuşturucuya başlamış. Bağımlılığı yeniden nüksedince benimle hiç ilgilenememiş. Hayal meyal hatırlıyorum, bana anneanne ve dedem bakardı. Dedeme baba derdim zaten ama hem anneme hem de anneanneme anne derdim. O zamanki aklımla öyle oturmuşlar kafama. Nedense genç olan annem beni pek sevmezdi. Beni görmeye katlanamazdı, ona hatırlamak istemediği şeyleri hatırlatıyordum." Misa yutkundu. Konuşurken ara ara sesi titriyordu ama devam etmek için kendini zorluyordu. "Annemle çok ilişkimiz yoktu. Yine de geceleri onunla yatmayı çok seviyordum. Yanlış anlama; önce o uyurdu, sonra ben yanına uzanırdım. Öncesinde, yataktaki hap kutularını yere atmam gerekirdi tabii. O haplar olmadan uyuyamazdı; bazen anneannemler eve geldiklerinde hapları alırlardı, o zaman çılgına dönerdi. Sürekli kendi kendine konuşurdu. 'Bana ilaç lazım. İlaca ihtiyacım var. İlaçlarımı alırsam her şey düzelecek. Onlar benim tek dostum.' tarzı şeyler söylediğini hatırlıyorum. Bazen bana kanı kaynardı. Başımı okşar, sarılıp öperdi. İşte o zamanlar çok mutlu olurdum. Ama çoğunlukla beni görmezden gelir hatta terslerdi. 'Senden nefret ediyorum.' derdi bana. 'Keşke hiç doğmasaydın. Uzak dur benden!' Neden böyle dediğini bir türlü anlayamazdım. Anneanneme sorardım: 'Annem beni neden sevmiyor? Oysa ben onu çok seviyorum.'

'Hayır, annen de seni seviyor. Sadece biraz hasta, o yüzden sana sevgisini gösteremiyor.' gibi cevaplar verirdi o da. Bir gün yine annemi yanında boş hap kutularıyla uyurken bulmuştum. Henüz 6 yaşındaydım, ne olduğunu anlamamıştım tabii ama bir şeylerin farklı olduğunu fark etmiştim. Annemin aradığım sıcaklığı yoktu, buz gibiydi. Ardından anneannem geldi. Annemin beni öldürmemesi için yaptığı ziyaretlerden birini yapmıştı yine fakat bu sefer geç kalmıştı. Annem aslında uyumuyordu. Sonrasını tahmin edebiliyorsundur zaten. Anlayacağın, annem benim yüzümden öldü. Ben asla doğmaması gereken bir çocuktum." Misa'nın gözleri dolmuştu. Alhsom bunca zaman onu sessizce dinlemişti ve bitirdiğinde ani bir hareketle Misa'ya sarıldı. "Hayır!" dedi. "Sen küçük bir kızdın, senin ne gibi bir suçun olabilir ki?" İstemsizce sesini yükseltmişti. Sesi titriyordu. Ne yapmaya çalışıyorsun seni aptal, diye geçirdi aklından. Alhsom, annesini saymazsak, hayatı boyunca kimseye sarılmamıştı. Hem Misa gerçekten de ona dokunmak ister miydi? Misa da karşılık verince isteyebileceğini anladı.

"Eğer ben doğmasaydım herkes daha mutlu olurdu." dedi Misa. 

"Hayır, öyle bir şey yok! Gille olmazdı, Lina olmazdı ya da diğer arkadaşların… Ben de olmazdım! Seni seven çok kişi var. Lütfen böyle düşünme."

İkisi de birbirini sıkıca tutuyor, kızın ipek gibi saçları çocuğun yüzüne geliyordu. Kızın saçlarından hoş ve yoğun bir lavanta kokusu yayılıyordu. Nedense bu koku, Alhsom'un içini huzurla kapladı. Bir süre sonra Misa'nın da onun gibi sakinleştiğini hissetti. "Ne kadar da aptalım." dedi Misa. "Sadece dört haftadır tanıdığım birine bunları anlatıyorum." Kendini toparladıktan sonra Alhsom'dan ayrıldı. Akabinde, gözyaşlarını koluyla silip işaret parmağıyla gökyüzünü gösterdi. "Ben küçükken dedemin bir teleskobu vardı. Havanın açık olduğu gecelerde, beraber gökyüzüne bakardık. En çok da yıldızları incelemeyi severdim. Dedeme gördüğüm her yıldızın adını soruyordum. O zamanki aklımla yıldızları da birer canlılarmış gibi algılıyordum. Ayrıca, nedense bir tanesiyle arkadaş olmak istemiştim. Bak, tam burada okçuya benzeyen bir şekil var. İşte o, Orion Takımyıldızı. İsmini şeklinden alıyor; orion, avcı demek. Altta da çapraz şekilde, avcının kemerini andıran üç tane yıldız var. İşte onların tam ortasındaki yıldızla arkadaş olmak istediğimi söyledim dedeme. İsmi Alnilam'mış. O günden beri, geceleri her gökyüzüne baktığımda bu yıldızı bulmaya çalışırım. Niye bilmiyorum ama bu yıldızı görünce anlamsız bir huzur doğuyor içime, yalnız olmadığımı hissediyorum. Ben de Nisma gibi yıldızların kızıyım anlayacağın." 

"Yıldızlar iyi bir sembolizm değil gibi sanki. Yani, her an sönebilirler hatta milyonlarca yıl önce sönmüş ama ışıklarını bize ulaştırmaya devam ediyor olabilirler." dedi Alhsom.

"İnsanlar da öyle değil midir zaten? Her an sönebilirler, söndüklerinde de bazıları, uzun yıllar başkalarını etkilemeye devam eder." dedi gülümseyerek.

Alhsom da ona gülümsedi. "Ne kadar da edebi konuştun öyle." dedi.

Bunu duyan Misa'nın yüzü kızardı ve sadece yere bakarak "Sus!" diyebildi.

Misa'nın tepkisini gören Alhsom hafifçe kıkırdadı. "Sen suçlu değilsin Misa, annen de suçlu değil. Nisma hikâyenin kalanında, muhtemelen annesini taşladığı için kendini suçlayacaktı. İnsanlar, genelde, trajediler karşısında yapabilecekleri bir şey olmadığında kendilerini suçlamaya meyilli oluyorlar fakat bu hiçbir sorunu çözmez." 

"E-evet biraz haklısın. Bence bu konuyu burada kapatalım. Artık, yurda dönsem iyi olur." 

"Ben seni bırakabilirim. Evim okula yakın, hem o adam bir daha ortaya çıkabilir. Seni yalnız yakalamasını istemem." dedi Alhsom gülerek. Yine de bu konu hakkında endişelenmişti. Misa teklifini geri çevirmedi ama yürümek için çok yorgunlardı. Bu yüzden, en yakın durakta otonom otobüslerden birine atlayarak okula döndüler. Toplu taşıma, çoğunlukla insansız ve elektrik ya da Güneş enerjisiyle çalışıyordu. Kimisi bu araçlardan korksa da açıkçası Alhsom, toplu taşımadayken kendini Kerem'in arabasında olduğundan daha güvende hissediyordu. Misa ile vedalaştıktan sonra evinin yolunu tuttu. O adamın onu takip ediyor olmasından hâlâ korkuyordu. Neyse ki sağ salim eve vardı. Eve geldiğinde, günün tüm yorgunluğuyla kendini yatağına bıraktı ve göz ucuyla pencereden yıldızları izlemeye başladı. Acaba Nisma'yı o çöl eşeklerinin ülkesinden kurtarabilmişler miydi? Bu ihtimal üzerine düş kurarken uyuyakaldı.