"Önce biraz ağladılar ama alıştılar şimdi. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır!"1
Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sından Alhsom'un aklına kazınan bu cümleye o da çok katılırdı. İnsanın kabullenemeyeceği hiçbir şey yoktur ancak neyi kabullendiğini fark ettiğinde, aynı bilinçsizlikle yaşamına devam etmek dayanılmaz bir hâl almaya başlar.
"Alhsom uyan. Alhsom... Alhsom! Lütfen, sana ihtiyacım var."
Omzunda hissettiği hafif sarsıntılar ve suratına dökülen lavanta kokulu saçların uyandırdığı gıdıklama hissiyle uyandı Alhsom. Bu hoş koku, uykusuna devam etme isteği uyandırıyordu fakat omzu böyle sarsılırken pek mümkün değildi. Gözlerini açtığında, bu güzel kokunun ve omzuna dokunan ellerin sahibini gördü: okul kıyafetleriyle yerde, onun yanında oturan Misa. Alhsom'un uyandığını fark eden Misa sımsıkı sarıldı ona. Alhsom, uyku sersemliğinin de etkisiyle afallamıştı. Misa, refleks olarak ona sarıldığını fark edince birden geri çekildi. Kızaran yüzünü gizlemeyi de başaramamıştı.
"Ah, şükürler olsun!" dedi. Konuşurken sesi titriyordu. "Çok korktum. Ne kadar korktuğumu bilemezsin."
Alhsom, kızın yüzüne baktığında, gözlerindeki yaşları fark etti. Yanlış bir şey mi yapmıştı?
"Bir şeyin yok değil mi? Sen okuldan kaçtıktan sonra o garip adam hepimizi kaçırdı ve buraya getirdi. Sonra..." Yaşlar daha da çoğaldı. "Sonra hepimizi ayrı odalara kapatıp bir seçim yapmamızı istedi."
"Yoksa, sizden de mi?" dedi Alhsom, şaşkınlığını devam ettirerek. Artık tam anlamıyla ayılmıştı, ayağa kalkıp çevresine baktığında gözüne Irina, Rodney ve Gille ilişti. Rodney, karanlık odanın köşesinde kollarını bağlamış somurtkan bir şekilde oturuyor, Irina ve Gille ise endişeli ve şaşkın bakışlarla Alhsom ve Misa'yı izliyordu.
"Bizi çok korkuttun Alhsom" dedi Gille. "Görünen o ki şu adam bize ihanet etti."
Demek onlar da buraya getirilmiş ve bir seçim yapmaları istenmişti. Bu artık annesini de kaybettiği anlamına mı geliyordu? Şu anda bunu öğrenmesinin imkânı yoktu. İçinde bulunduğu oda öncekine göre daha geniş ve derli topluydu. Ayrıca burası; bir kanepe, bir yemek masası, çevresinde sandalyeler, üzerinde birtakım kitaplar ve bir bilgisayar bulunan bir çalışma masası ile birlikte gerçek bir yaşam alanını andırıyordu. Masanın yanında eskimiş, ahşaptan bir kapı bulunuyordu. Derken kapı arkadan bir anahtar çevirme sesiyle açıldı ve arkasında üst kata
-bulundukları yerin bodrum katını andırdığı varsayılırsa muhtemelen zemine- doğru çıkan merdivenler ve bir kadın belirdi. Kadının içeri girmesiyle odanın ışıkları da otomatik olarak açıldı. İçeri giren tamamen siyah, resmi ve maskülen giyinimli bir genç kadındı. Siyah bir pantolon, siyah gömlek, uzun ve siyah bir ceket ve siyah ayakkabılar... İnce bir figürü vardı ve boyu Alhsom'unkine yakındı. Hafif esmer tenliydi, saçları yine Alhsom'unki gibi mat bir siyah renkteydi. Saçları dümdüzdü ve ancak çenesine kadar geliyordu. Belindeki kemere takılı olan tabanca da Alhsom'un gözünden kaçmamıştı. "Hepiniz uyandınız demek." bir kadınınkine göre hafif kalın bir sese sahipti. Parmağıyla kulağındaki kulaklığa dokundu. "Albern. Bağışıklar uyandı, artık başlayabiliriz." Kadının içeri girdiğini gören Rodney hemen ayağa fırladı ve bağırmaya başladı:
"Dusty nerede? Neyin peşinde olduğunuz umurumda bile değil; Dusty'e ne yaptığınızı söyleyin bana, çabuk!"
Rodney ona doğru haddinden fazla yaklaşınca kadın çevik bir hamleyle silahını çekti ve Rodney'e doğrulttu.
"Sakın bir adım daha yaklaşayım deme. Birazdan Albern gelecek ve her şeyi açıklayacak. Eğer daha fazla sorun çıkmasını istemiyorsanız uslu uslu bekleyin ve sorularınızı sonraya saklayın."
Rodney öfke saçan gözlerle olduğu yerde durdu ve bağırmaya devam etti:
"Onu seçiyorum demiştim size, onu! Niye hâlâ buradayım? Bana yalan söylediniz!"
"Yeter, kapa çeneni!" kendinden emin bir şekilde silahını Rodney'nin kafasına doğru yaklaştırdı. "Sorularını sonraya sakla. Yoksa cevaplarını öğrenme şansın hiç olmayacak."
Rodney, dişlerini sıkarak yeniden yere oturdu. O sırada, çılgınca bir şey denemeyeceğini belirtmek için ellerini yukarıda tutuyordu.
"Tamam, bekleyeceğim. Çünkü daha soracak çok sorum var."
"Aferin." dedi kadın ve silahını tekrardan kınına soktu. Ardından içeri tanıdık bir sima olan beyaz saçlı adam girdi. Kadının 'Albern' olarak bahsettiği kişi bu adam olmalıydı.
"Beni o kadar özlediniz demek." dedi. "Sesiniz üst kata kadar geliyordu, seni bu rahatsız edici durumla uğraşmak zorunda bıraktığım için beni bağışla Aria." Alaycı bir ses tonu takınmasına rağmen sesinin soğuk yapısı, kurduğu her cümlenin ciddi duyulmasına neden oluyordu.
Aria... Muhtemelen Yustrad ya da Droaq Thesh kökenli bir isimdi. Her ne kadar globalleşmenin etkisiyle çoğu yerde sınırlar kalkmış, halklar birbirlerine karışmış olsa da politikanın sağlam temellere dayandığı ve sert kurallarla hüküm sürdüğü ülkelerden belli milletlere mensup insanların özellikle uzak durması doğaldı.
"Sorun değil." dedi kadın sakince. "Çocuklar, senden açıklama bekliyorlar."
Adamın alaycı tavrı Rodney'i fena kızdırmıştı.
"Lafı dolandırma ihtiyar! Dusty'e ne yaptığını söyle, çabuk!"
"Hey, orada dur. Saçlarım seni aldatmasın, düşündüğün kadar yaşlı değilim." Yavaş adımlarla öğrencilerin arkasındaki duvara doğru yürümeye başladı. "Öncelikle şunu belirteyim, kimse ölmedi. Anlaşıldı mı? Yanlış fikirlere kapılmayın. Buradan çıktıktan sonra iyi olup olmadığını merak ettiğiniz herkesi, en son bıraktığınız yerde sağ salim bulacaksınız. Eğer bu konuda anlaştıysak şimdi sizi buraya getirmemin sebebini açıklayacağım. Lütfen ben bitirene kadar sabredin ve sorularınızı sona saklayın." Yandaki masadan gri renkli bir kumanda aldı ve tek elinde döndürmeye başladı. "Şu anda içinde bulunduğumuz durumu anlayabilmeniz için evrenin iki ayrı -belki de daha fazla- boyuttan oluştuğunu kabul etmeniz gerekiyor. Bunlardan biri duyu organlarımızla algılayabildiğimiz gerçek evren, diğeriyse insanların duygu ve düşüncelerinin bir yansıması olan kavramsal, diğer bir deyişle hayali evren. Aslında böyle bir evren sadece teoride var olsa da bazen, halen keşfedemediğimiz nedenlerden dolayı, kavramsal evrendeki bazı nesneler; rastgele bir şekilde, bizim dünyamıza gelebiliyor. Kim bilir, belki Tanrı da bir gün buraya gelebilir?" Son cümleyi alaycı bir sesle vurgulamayı ihmal etmedi. "İnsanların 'büyü' adını da verdiği fenomen bu geçişlerin en önemli örneğidir. Büyü, bir nevi kavramsal evrendeki fizik kurallarının çalışma prensibi olarak açıklanabilir. Kavramsal Dünya'dan gerçek Dünya'ya rastgele açılan kapılar sayesinde, o anda orada bulunan insanlar, büyüyü kontrol etmesini öğrenebilirler; daha doğrusu bu güç onlara bahşedilir. Şu anda anlattıklarım size oldukça saçma gelecektir ama tarihten örneklerini gösterdiğim zaman her şeyi anlayacaksanız, anlamasanız da kabullenmekten başka çareniz olmayacak."
Elindeki kumandadan bir tuşa bastı. Arkalarındaki duvar göz kamaştırıcı bir ışıkla parladı ve karşılarında bir ekran belirdi. Bu, çoğu modern evde bulunan akıllı bir sistemdi; fakat Alhsom, böyle eski görünen bir odada, bu tarz bir sistemle karşılaşmayı beklemiyordu. Ekranda Mısır piramitleri ve hiyerogliflerinden oluşan birkaç fotoğraf kolajı açıldı.
"Yanılmıyorsam, haftaya sınavlarınız başlıyor; dolayısıyla biraz tarih dersi anlatmak fena olmaz diye düşündüm." dedi adam sarkastik bir tavırla.
"Bu dönemki tarih finalimiz Mısır tarihini kapsamıyor, müfredatta değişiklik yapıldı: 3. Dünya Savaşı, Mısır tarihinden öne alındı." dedi Gille.
Söylediği her ne kadar doğru olsa da Alhsom, bu bilginin belirtilmesinin gereğini sorguladı.
"Öyle mi? Hah, tam da devletimizden beklenilecek bir hamle! Kendilerince gençleri manipüle etmeye çalışıyorlar, bir nevi 'Biz gidersek eski savaş günlerine geri dönersiniz.' diyorlar. Neyse, konudan kopmayalım. Eski Mısır İmparatorluğu dönemi büyünün ilk kez keşfedildiği zamandır. Rivayetlere göre o dönem, boyutlar arası kapılar çok sık açılırdı; ekranda gördüğünüz hiyerogliflerde de bu durum sıkça betimlenmiştir. Tabii, medyada bu görseller ya gösterilmez ya da farklı açıklanır. Bu nedenle, çoğu insanın bu konu hakkında bilgisiz olması epey normal bir durum. Uzun bir dönem boyunca büyücüler, halktan izole bir hayat yaşayan ve güçlerini olabildiğince az kullanan insanlar oldular. Yalnız, büyücüler derken Orta Çağ'da büyücü damgası vurularak katledilen insanlardan bahsetmiyorum; o olayın konumuzla bir alakası yok. II. Ramses döneminde ise büyü, ilk defa siyasal amaçlarla kullanıldı. Söylentilere göre Ramses'in meşhur Ebu Simbel tapınağını inşa ettirmesinin asıl amacı bile büyüyü kontrol altında tutabilmekti. Giza piramitlerini de bu hayali boyuta açılacak kapıların merkezi olarak kullandığı düşünülmektedir. Bu iddiaların doğruluğu kesin olmasa da üç antik büyücü ailesinin bu piramitleri kendilerine sembol olarak belirlediği doğrudur. Maddeleri kontrol edebilenler Keops'u, canlıları kontrol edebilenler Kefren'i ve -o dönemin tabiriyle- ruhu kontrol edebilenler ise Mikerinos'u sembol olarak seçmişlerdir. II.Ramses, büyüyü sistematik hale getirmiş ve köleleri arasından, bu saydığım ailelerin kurucusu olan üç kişi seçmişti. Büyünün ne olduğunu insan beyninin algılayabilmesi imkânsızdır, dolayısıyla büyücüler tamamen rastgele bir şekilde, yalnızca belirli disiplinleri kontrol edebilmeyi öğrenebilirler. Ayrıca, büyünün kaynağının kavramsal evren olması nedeniyle büyücüleri sınırlayan tek şey kendi algılarıdır. O dönem maddenin dört farklı hali olduğuna inanıldığı için Keops ailesi; ateş, su, toprak ve hava üzerine yoğunlaşacak dört üye yetiştirmiştir. Kefren ailesinin durumu biraz daha karışık. İlk büyücü, mirasını; hayvanları ve bitkileri kontrol edebilen, insanlarda yararlı ve zararlı çeşitli mutasyonlara yol açabilen ve yaraları iyileştirebilen şeklinde üç ana kola ayırarak bölüştürmüştür fakat daha önce de belirttiğim gibi insanların bu biyolojik değişimlere olan bakışları değiştikçe her defasında daha az güç bir sonraki nesle aktarılabilmiş ve sürekli olarak bölünmüştür. Mikerinos ailesinin ise o dönem yoğunlaştığı tek bir alan vardır: manipülasyon ve zihin kontrolü. Şu anda anlattığım şeylerin epey mantıksız gözüktüğünün farkındayım ancak her şeyin ölçüsünün insan algısı olduğunu kabul ettikten sonra hepsi daha anlamlı gelmeye başlayacaktır. Muhtemelen büyücülerin güçlenip ayaklanma olasılığından korktuğu için Ramses, kölelerine her büyücünün yalnızca tek bir alanda ustalaşabileceği ve aynı anda her alanın sadece tek bir büyücüsünün bulunabileceğini öğretmiş, piramitleri de ona göre bölüştürmüştü. II. Ramses halkı tarafından tanrı olarak görüldüğünden dolayı insanların onun söylediklerini sorgulamadan kabul etmesi pek şaşırtıcı değil. Ramses öncesi büyücüler, kendilerini gizler ve büyü ilminin sırlarını olabildiğince insanlardan saklamaya çalışırdı. Bu durum Ramses için çok sinir bozucuydu. Ona göre eğer kişi, bilgisini ve yeteneklerini insanlığın yararına kullanmıyor ve daha fazlasını elde etmek için çabalamıyorsa bu yaptığı kendisine ve insanlığa karşı büyük bir saygısızlıktı. Bu nedenle büyüyü kendi kontrolü altında sistematikleştirmek istedi. Ramses zeki bir adamdı, büyücülerin güçlerini elde ettikten sonra kullanmaktan çekinmelerinin mutlaka mantıklı bir açıklaması olduğunu anlayabiliyordu. Bu sebeple denek olarak kolay kontrol edebileceği kölelerini seçmişti. O insanlar büyüyle birlikte her ne öğreniyorlarsa korkusu, Ramses'in gazabının korkusundan daha az geliyordu ve yetişme prensibi olarak, her şeye rağmen, ona koşulsuz itaat ediyorlardı. Anlayacağınız Ramses artık büyüyü de kontrol altına almıştı -hatta dönemine göre bu kadar uzun yaşayabilmesi de Kefres büyücüleri sayesindeydi kanımca- ve şimdi sıra, büyünün geleceğinin korunduğundan emin olmaktaydı. Gücünü kazanan büyücüler, nedensizce bu gücün kanlarında taşınmakta olduğunu düşünmüşlerdi, bu nedenle büyü gücünün bir kişiden diğerine aktarılmasının yolunun o kişinin kanının diğerine enjekte edilmesiyle gerçekleştiği kararına varılmıştı. Daha önce de söylediğim gibi, insanın algısı her şeyin ölçüsüdür. Bu sayede düşündükleri gerçek olmuş ve görevlerini tamamlayan büyücülerin kanı varislerine aktarılarak döngü devam ettirilmişti. Yine belirttiğim gibi her büyünün tek bir kişide bulunabilmesi sebebiyle bu gücün kontrol altında olduğundan daima emin olunuyordu ancak işler beklendiği gibi gitmedi. Ateş büyücüsünün isyanı, domino taşlarını harekete geçiren ilk hamle oldu. Ramses, kölelerinin ona itaatsizlik etmeyeceğinden emindi fakat üstün zekâsına rağmen güç ve şöhretin içine doğmuş olan bir firavun, sonradan kazanılan gücün insanları ne düzeyde değiştirebileceğini kestiremezdi. Keops Piramidi'nden elde edilen büyülerden su ve ateş büyüsü iki erkek kardeşe; hava ve toprak büyüsü ise bu kardeşlerin babası ve amcasına bahşedilmişti. Alt kesimlerdeki kadınların ordu ve siyasetin içine fazla karışmaları istenmemişti tabii, bu yüzden ilk büyü taşıyıcılarının hepsi erkekti. Yeniden ateş büyücüsüne gelecek olursak onun içinde bulunduğu durum, diğer büyücülere göre cidden farklıydı. Diğer tüm büyücüler, ordudaki görevlerinin yanı sıra, güçlerini üretme ve topluma katkı sağlama üzerine yoğunlaştırmışlardı. Kefren büyücüleri; hayvan ve bitki ıslahı, süper güçlü askerler yaratma ve insanları iyileştirme üzerine çalışırlardı. Mikerinos büyücüleri, diplomaside ve halkı manipüle etme üzerine çalışırdı fakat zaman zaman akıl hastalıklarının tedavileri üzerinde de çalışırlardı. Tarım, inşaat, meteoroloji gibi dallar üzerinde çalışan akrabalarının aksine ateş büyücüsünün görevi sadece yok etmekti. Savaşlara katılır ve düşmanlarını ateşe verirdi, zamanla bundan hastalıklı bir haz almaya başladığı da rivayet edilir."
Adam konuşurken bir yandan, ekranda birtakım sembolik görseller ve hiyerogliflerden alıntılar göstermeyi de ihmal etmiyordu. Tüm büyücülerin tasvirleri bir bir ekrana geliyordu ve Ramses ile alakalı bazı yazılar beliriyordu. Odadaki öğrenciler; biraz şaşkınlık, biraz da merakla dinliyorlardı adamı. Her ne kadar anlatılanlar saçma ve olağan dışı gelse de o an tüm bunları kabullenmekten başka çareleri yoktu. Tüm medyanın yüzlerce yıl boyunca bu gerçekleri gizlediklerini varsaymak zorundalardı. Varsın tüm bunlar gerçek olsun, diye düşündü Alhsom. Peki ya şimdi..? Konunun onlarla alakası neydi? Tüm bu büyücüler ve Mısır'la alakalı efsaneler önemsizdi. Odadakilerin tek düşündükleri, onların ve sevdiklerinin akıbetiydi.
"Su büyücüsü ağırbaşlı bir insan olarak tasvir edilirken ateş büyücüsü, kardeşinin aksine, oldukça asi ve özgürlüğüne düşkün bir karakter olarak anlatılır. Bir kölenin özgürlüğüne düşkün olması ironik tabii ama eline geçirdiği o inanılmaz güç, içinde gizlediği hislerini ortaya çıkarabilmesini mümkün kılmıştı. Her seferinde, firavundan daha fazla hak talep etmiş ve daha fazlasını ele geçirmeyi arzulamıştı. Ateş büyücüsü, diğer tüm büyücülerden açık ara daha dayanıklı ve hızlıydı. Bunun tek nedeni, ateşin muhteşem bir element olması değildi. Her ne kadar büyü bu Dünya'ya ait olmasa da hiçbir büyücü sınırsız güce sahip değildir ve hiçbir şeyi yoktan var edemez. Büyücüler, güçlerini kullanırken bir yandan da muazzam miktarda enerji harcıyorlardı. Harcadıkları enerji; onları yoruyor, acıktırıyor ve hatta ruhlarını emip ömürlerini kısaltıyordu. Bu nedenle her büyücü gücünü arka arkaya kullanmaktan çekinirdi ama ateş büyücüsü için bu kurallar daha esnekti. Ateş büyücüsünün kendine olan güveni yüksekti. Bu yüzden gücünü ele geçirirkenki inancı sayesinde, diğerlerine göre çok daha yüksek potansiyellere ulaşabilmişti. Dediğim gibi 'Her şeyin ölçüsü, insanın algısıdır.' Ayrıca ömrünün kısalması da ateş büyücüsünün umurunda değildi. Böyle pervasız tavırları, çok geçmeden kardeşiyle aralarının açılmasına ve sık sık tartışmalarına sebep olmaya başladı. Ateş büyücüsü, ispiyonlanmaktan korkmaksızın sürekli diğer büyücüleri toplu bir isyan için örgütlemeye çalışıyordu. Büyücülerin hiçbiri ateş büyücüsü kadar korkusuz değildi ama içlerinden birini, en önemli piyonu, ikna etmeyi başarmıştı: ruh büyücüsü. İnsan zihnini kontrol edebilen manipülasyon üstadı bir adamı, çılgınca planını uygulamaya ikna etmekte başarılı olmuştu. İsyanın nasıl ilerlediğini ise hiyerogliflere kazınmış şu metinle açıklayabilirim:
-Ekranda metni ve çevirisini açtı-
Bir hainin infazı esnasında ateş büyücüsü, ihanetini açık etti. Firavun, ona aldanmış ve ihanete uğramıştı. Su büyücüsü itaatkâr kalıp kardeşine karşı savaşmayı kabul etti. Öyle çetin bir savaştı ki bu, Nil'in sularını taşırıyordu fakat adil bir savaş değildi bu. Ateş büyücüsünün kuvveti ve iradesi, kardeşininkinden çok aşkındı. Kardeşler arasında geçen aşağılık bir savaştı bu. Çok geçmeden yenik düştü su büyücüsü, vücudunda kalıcı yara izleriyle. Her ne kadar zalim de olsa ateş büyücüsü, kıyamadı kardeşine ve affetti onu. Günlerce sönmeden cayır cayır yanan bir ateş... Tanrılar yardımı reddetti. Halk bozulmuştu çünkü. Kendilerini yeniden affettirebilmek için çok çalışmaları gerekiyordu. Günahlarının temizlenmesi için çok çaba gerekiyordu. İşte bu ateş, o günahları temizleyecek olan ateşti. Çok kan döküldü ve tüm şehir yerle bir oldu. Sonucunda, yüce Ramses'in hakimiyeti sona erdi. Artık dünyada 'Yılanın Çağı' başlayacaktı. Vadedilmiş güne kadar insanları el altından yönetecek olanlar: büyücüler konseyinin üyeleri...
Okumayı bitirdikten sonra masadan içi su dolu bir bardak aldı ve kafasına dikti.
"Tabii, ateş büyücüsünün hikayesi burada bitmiyor fakat şu anlık bu kadarını bilmeniz yeterli olacaktır. Ne kadar az şey bilirseniz sizin için o kadar iyi. Ne de olsa cehalet mutluluktur."
"Yeter artık, konuya girsene! Tüm bunlar ne işimize yarayacak?"
Rodney kendini daha fazla tutamamıştı. Odadaki herkes, haliyle, bu anlatılanları mantıksız buluyordu ancak hiçbirinin yerine koyabileceği daha iyi bir teorisi yoktu. Adam rahatsız edici bir şekilde sırıttıktan sonra aynı alaycı tavırla yanıtladı:
"Evet haklısın, bu ana kadar anlattıklarımın pek bir önemi yok. Gerçek ne olursa olsun, bunu bilmek içinde bulunduğunuz durumu değiştirmeyecek. Asıl ihtiyacınız olan şey içinde bulunduğunuz durumdan nasıl kurtulabileceğiniz bilgisi. Düşmanımız Wesmoria hükümeti ve onların müttefiki, Council of the Magic Serpent adı verilen gizli örgüt. Ateş büyücüsünün isyanı, büyücüler arasında birçok yıl boyunca uzanan bir reform hareketinin kıvılcımını ateşlemişti. Bu kıvılcım nesilden nesle aktarıldı ve sonunda, firavunların hizmetinde geçirilen yıllar sonrasında, büyücüler kendi rızaları doğrultusunda güçlerini kullanmak için birleştiler ve bir daha hiçbir otoriteye boyun eğmeyeceklerini ilan ettiler. Böylece haklarını koruyan bir dizi kurallar koydular ve bu kuralları sistematik hale getirmek için bir meclis (konsey) kurdular. Meclise sembol olarak yılanı seçmeleri nedeniyle insanlar onları 'Büyülü Yılan Konseyi' olarak adlandırıyordu. Büyücüler bu ismi kendilerine uygun gördükleri için benimsediler. Dolayısıyla yüzyıllardır bu isimle anılırlar."
Alhsom tekrardan okuluna gelen ilaçlama personellerini ver rozetlerini hatırladı. Demek onlar gerçekten de büyücüydü. O sırada adam ceketinin cebinden çıkardığı metal sigara kutusunun içinden bir dal alıp ağzına koydu. Ardından sol eliyle siper ederken sağ işaret parmağını sigaranın ucuna doğru getirdi. Sağ kolunun tamamı metaldendi, normal implantlara göre daha eski duruyordu. Sonra işaret parmağında açılan bir delikten kıvılcım çıktı. Adam işaret parmağını çakmak niyetine kullanıp çıkan kıvılcımla sigarasını yaktı ve sigaradan derin bir nefes çekti. Ardından havalandırmanın olduğu yere doğru üfledi. Tabii bu dumanın içeri yayılmasını çok da engellememişti. Konuşmanın geri kalanına ara sıra sigarasından nefesler alarak devam etti.
"O günden sonra konsey gizlice dünyayı yönetmeye başladı. Devletlerin siyaset ve diplomasilerine karışmaya, taht kavgalarına yön vermeye başladı. Ruh büyücüleri, manipülasyon güçlerinin yanı sıra, insanların hafızalarını da kontrol edebilmeleri sayesinde; insanlar neler döndüğünü bile anlamadan onları kendi rızalarına göre yönlendirebiliyorlardı. Savaş da barış da onların rızasıyla var oldu. Wesmoria hükümeti ne gibi bir vaat sundu da loncayı kendisiyle müttefik olmaya ikna etti, bilmiyorum ama 3. Dünya Savaşı'nın başlaması ve bitmesinin bu ikili arasındaki ilişkiyle bir bağlantısı olabilir. Her ne kadar Frovania'nın düşmanca tavırlarının ne kadarının konseyin kontrolünde gerçekleştiğini bilmesem de nükleer savaşın başlamasının konseyin kararı olduğuna eminim. Şu anda kurmaya çalıştıkları düzene ancak bu yolla ulaşabileceklerini düşünmüş olmalılar. Tam olarak neyi amaçladıklarını da bilmiyorum. Ne de çok şey bilmiyorum değil mi? Çünkü onların yaptıklarını bizim anlamamıza imkân yok. Ben ki hayatımı Büyülü Yılan Meclisi adı verilen bu örgütle savaşmaya adadım ona rağmen onlardan çok gerideyim. En azından şunu biliyorum: Wesmoria, her ne kadar bu birliktelikten çok yararlanacak olsa da ateşle oynadığının farkında değil. Düşmanım Wesmoria hükümeti değil, düşmanım daima büyücüler konseyi oldu ve öyle de kalacak. Hükümetler gelip geçerler. Yöneticilerin gözleri kibir ve açgözlülük gibi aciz ve insanî duygularla dolmuşken fâniliğin farkına varamazlar. Gençlik yıllarımı geçirdiğim ülkenin vatandaşları, kendini tanrı zanneden yöneticilerin zulümlerinden zarar görmekteydi. Sonra hepsi gitti. Onurlarını ayaklar altına alarak söyledikleri yalanlar, artık insanlara etki etmemeye başladı. Sonunda utanç içinde öldüler ve artlarında bıraktıkları tiranlıkları da onlarla birlikte yok oldu. Olan onların korku imparatorluğu yüzünden soyulan, kandırılan, hakkı yenen ve kimi zaman da öldürülen milyonlara oldu. Eminim Wesmoria da onlardan farksız olmayacak. Sonunda ömürlerini dolduracaklar ve taptıkları paranın onları kurtaramayacağını anlayacaklar. Gücü eline geçiren her insan, kim olursa olsun kibriyle zehirlenecek ve hata yapacak ama büyücüler sıradan insanlar gibi değiller. Onlar vücutlarında bu Dünya'dan olmayan bir şey taşıyorlar. Yok edilmesi gereken bir şey. Neyse, konuyu daha fazla dağıtmadan Wesmoria için bu birlikteliğin ne demek olduğuna yeniden dönelim. 3. Dünya Savaşı'ndan sonra çoğu devlet varlığını yitirmiş ve topraklarında anarşizm baş göstermeye başlamıştı. Geriye yıkılmadan mevcudiyetini devam ettirebilen çok az devlet kalmıştı ancak bu devletler de tüm dünyada hüküm süren anarşist ve savaş karşıtı akımlardan etkilenmiş, türlü isyanlarla başa çıkmak zorunda kalmıştı. Hükümetler önce uzlaşmaya çalıştı fakat yönetilenlerle yönetenlerin amaçları bir türlü ortak noktada buluşmuyordu. Bunun üzerine devletler B planına geçerek baskıyı arttırdılar. Baskı arttıkça isyanlar da arttı, katliamlar oldu, halk silahlanıp kendi içinde karşıt görüşte olanlara ve kendilerini yönetmesi için seçtikleri insanlara karşı savaştı, terör olayları arttı... En sonunda güçlü olan kazandı. Bu devletler ya yıkıldı ya da kendi distopyalarını kurdular. Örneğin Shiyji ikinci kategoriye giren devletlerden biridir. Wesmoria da benzer bir kaderi yaşadı fakat Wesmoria, Shiyji gibi halkını kontrol altına alabilecek güçte bir devlet değildi, daha doğrusu böyle bir kültür Wesmoria'da hiç oluşmamıştı. İronik olansa Wesmoria hükümeti, savaştan da önce tüm halkı kontrol altına alabileceği bir yöntem üzerine çalışıyordu. Onlara bir buluş lazımdı, insanları emirlere sorgusuz itaat eden robotlara dönüştürecek bir buluş. İşte yetenekli bilim insanlarının bir arada, gizli deneyler üzerinde çalıştığı Aydınlığın Arayıcıları adlı bilimsel kurumun yeni keşifleri, onlara bu konuda harika bir fikir sunmuştu. Şans eseri büyü fenomeninin varlığını keşfeden Aydınlığın Arayıcıları; bu kayda değer buluşları sayesinde, devletten büyük bütçe desteği kazandılar. Görevleri, büyünün kaynağını araştırmak ve ardında yatan gizemi çözmekti. Çok geçmeden Mısır yazıtlarına ulaştılar ve kısa süreliğine de olsa hayali evrene yapay yollarla bir kapı açmayı başardılar. Ramses'in aksine, bunu ritüeller olmadan saf bilimle başarmışlardı. Beklendiği gibi bu durum konseyin hoşuna gitmedi. Kahire'ye atılıp nükleer savaşın bitmesine neden olan hidrojen bombasının konsey önderliğinde, Wesmoria'nın büyünün kaynağına ulaşmasını engellemek için atılmış olması kuvvetli bir ihtimaldir. Gelin görün ki Kahire'deki tarihi eserler bu bombadan neredeyse hiç etkilenmemişlerdir. Bunun altında yatan sebebin ne olduğunu bilmiyorum ancak konseyin bile büyünün işleyişi hakkında bilmediği şeyler olduğunu bu olay kanıtlamıştır. Sonuç olarak büyücüler loncası, Wesmoria ile esrarengiz bir ittifak kurmaya razı oldu. Akabinde, ağır cezalar almış suçlular üzerinde çeşitli deneyler yürütmeye başladılar; amaçları, Ramses'in yaptığı gibi, algı yoluyla yeni büyücüler yaratmaktı. Teknolojiyle birlikte insanlığın algıları da değişmişti, dolayısıyla çok daha güçlü büyüler hayal edilebilirdi artık. Böylelikle iki yeni büyü doğdu: Tamir ve Zaman. Tamir büyüsünün adı sizi yanıltmasın; tamir eylemi, aynı zamanda geliştirmeyi de kapsar. İnsan eliyle icat edilmiş neredeyse her nesnenin şeklini değiştirebilir. Ayrıca teknolojiyle erişilemeyecek büyülü silahlar yaratmak da yapabilecekleri arasındadır. Zaman büyüsü ise sahibine, kısmi olarak zamanı ve beraberinde mekânı kontrol edebilme gücünü verir (Zaman mekânla bağlantılı olduğu için biri değişirken beraberinde diğerinin de sürüklenmesi kaçınılmazdır). Bu büyüye sahip kişi; zamanın akışını hızlandırabilir, yavaşlatabilir ve hatta, aynı anda birden fazla zaman çizgisini deneyimleyebildiği için yakın geleceğe bile göz atabilir. İlk bakışta çok güçlüymüş gibi duruyor, değil mi? Neyse ki tam olarak öyle değil. Her şeyden önce zaman büyüsü, zamanı çok az ileri alabilse de asla geçmişe ve uzak geleceğe gidemez. Çünkü geçmiş geçmişte kalmıştır ve zaman daima ileriye doğru akar. Aksini, ne sıradan insanlar ne de büyü gücüne sahip olanlar deneyimleyebilir. Zaman büyücülerinin zamanda sadece birkaç gün ileriye gidebilmelerinin nedeniyse zaman büyüsünün olağanüstü enerji gereksinimi ve yaratılırken çeşitli zaman paradokslarını önlemek amacıyla sınırlı bir şekilde tasarlanmış olmasıdır. Son olarak, zaman görecelidir. Yani zaman büyüsü, sadece uygulanan ve uygulayan kişinin zaman algılarını etkiler. Örneğin, bir kişi için zaman yavaşlatılırsa diğerleri için normal akmaya devam eder. O kişi, sadece geçici süreliğine farklı bir zaman çizgisine geçerek farklı bir zaman işleyişini deneyimler. Biliyorum, biraz karışık. Ayrıca, bilinmeyen bir fenomen sonucu bazı insanların bu büyüye karşı doğal bağışıklık sahibi olduğu da ortaya çıktı. Yani, bırakın zaman büyüsünün en güçlü büyü olmasını, bazı kişiler için karşı koyması en kolay büyüdür. Bu kişilerin ruh büyücülerinin doğrudan zihin kontrolü ve hafıza değiştirme yeteneklerinden de etkilenmediği öğrenildi. Tahminen bu fenomen, bu kişilerin beyin anatomilerindeki bir farklılıktan kaynaklanıyor fakat henüz yeterince kanıt yok." Sürahiden yeni doldurduğu bir bardak daha su içtikten sonra konuşmasına devam etti. "Wesmoria hükümeti, sonunda istediği güce erişme şansını elde etmişti. Konsey ise... Eh, onların neyin peşinde olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Benim de bir zamanlar parçası olduğum, yetenekli ve onurlu bilim insanlarının oluşturduğu Aydınlığın Arayıcıları; bu çığır açacak buluşları sayesinde insanlığa katkı sağlayacaklarını düşünüyorlardı ancak fena yanılmışlardı. Keşfimizin yol açabileceği şeylerin farkına vardığımızda artık çok geçti. Karşı çıkmayı denedik ama ellerinde çok fazla koz vardı, bizi sevdiklerimizle tehdit ettiler. Ben şanslıydım ki deneyler sırasında meydana gelen bir güvenlik ihlalinde tamir büyüsünün taşıyıcısının kanından bir örnek alıp kaçmayı başardım. Yıllar süren çalışmalarım sonucunda büyü ve büyücüler hakkında çok şey öğrenmiştim, az önce size anlattıklarımdan da anlayabileceğiniz üzere. Amacım, büyüyü kendi dünyamızdan def etmenin bir yolunu bulmaktı. Dünya artık çok daha kalabalıktı, dolayısıyla her bir insanın kontrol altında tutulması mümkün değildi. Bunu bilerek yıllarca benimle aynı amacı güden insanlar aradım ve eski bağlantılarımın sayesinde buldum. Birçok farklı disiplinden ve milletten insanlardı bunlar. Hepsinin tek ortak yanı, bilmemeleri gereken bir şey bilmeleri ve ona karşı savaşmak istemeleriydi. Yarım yamalak bir örgütleşme içerisinde olup henüz somut eylemlerde bulunmamışlardı. Zaten çoğu anonim oldukları için birbirlerinden habersiz hareket etmekteydi. Bildiklerim ve tabii ki büyü gücümün de sayesinde aralarında hızla yükseldim ve hepsini tek çatı altında toplayarak bir karşı örgüt kurmayı başardım. Manidar olması açısından da adını 'Aydınlığın Arayıcıları' koydum. Zira ben gittikten sonra Aydınlığın Arayıcıları dağıtılmış ve benim gibi isyan edenler, hükümetin alçak oyunlarıyla esrarengiz cinayetlere kurban gitmişti. Ben ayrılmadan önce 18 kişilik bir ekiptik. 9 kişi faili meçhul cinayetlere kurban gitti, 3 kişi ailelerini koruyabilmek için intihar etti, 2 kişi yurtdışına kaçıp kurtulmayı başardı, 2 kişinin de kayıp haberi yayınlandı. Ne kaçanlara ne de kaybolanlara tüm çabalarıma rağmen ulaşamadım. Fark ettiyseniz beni de katınca 17 kişi oluyor. Eksik olan o bir kişi ne yaptı dersiniz?"
Adamın duygusuzca anlattığı tüm bu hikayeden sonra, nihayet suratında bir duygu belirtisi fark edildi. Dişlerini gıcırdatıyor, yumruğunu sıkıyordu. Suratında acıyla karışık öfke, açık bir şekilde tezahür ediyordu. Bu durum tüm ağırbaşlılığını bozmuştu. "Bize ihanet ederek onların safına geçti. Yıllarca birlikte ter döktüğü, birlikte güldüğü, birlikte ağladığı ve birlikte sinirlendiği dostlarını sattı! Ödül olaraksa zaman büyücüsü olarak seçildi. Onurunu ve arkadaşlarını satarak devlet için ne kadar da sadık bir köpek olduğunu göstermesinin karşılığıydı bu. Üstelik arkadaşlarının ve onlar gibi hakları yenen milyonların intikamını almaya çalışan bana, eski dostuna engel olmaya çalıştı. Onca yıl içindeki bu alçağı göremediğime inanamıyorum. Ne kadar da aptalım?"
Sigarasını çöpe attıktan sonra boğazını temizleyip her zamanki sakin ses tonunu yeniden yakaladıktan sonra konuşmaya devam etti:
"Konuyu dağıttığım için kusuruma bakmayın. Arzu ederseniz devam edeyim. Devlet kendi casuslarını da katarak büyücüler konseyini, bu sefer resmi olarak Council of the Magic Serpent adı altında, kendi hakimiyetindeki bir gizli örgüt haline getirmişti. Biz de Aydınlığın Arayıcılarını tekrardan kurduktan sonra vakit kaybetmeden çalışmalara başladık. Amacımız, onların sıradaki hedeflerini öğrenmekti. Birçok ülkede -özellikle anarşizmin yoğun olduğu yerlerde- örgütlenip sayımızı arttırdık. Bazı üslerimiz keşfedildi ve saldırıya uğradı. Bazen de saldıran taraf biz olduk. Kayıplar verdik; kimimiz öldürüldü, kimimiz kaçtı, kimimiz de manipüle edilerek bize ihanet etti. Sağ kolumu ve sol gözümü işte bu çatışmalar esnasında kaybettim. Aynı zamanda da öldürdük. Onları bizi yok sayamayacakları kadar çok para ve can kaybına uğrattık. Tüm bunların sonucunda çok önemli bilgiler edindik. Wesmoria hükümeti, insanları iradesiz robotlara dönüştürecek bir icat üzerinde çalışıyordu. Bu amaç uğrunda büyü ile teknolojiyi harmanlayarak bir çeşit kimyasal silah geliştirdiler. Bu kimyasalı soluyan kişi, özgür irade ve bilincini kaybedecek ve bizim 'ruhsuz' olarak adlandırdığımız insanlara dönüşecekti. Bu yüzden yaptıklarına bir nevi insanların ruhunu çalmak da denebilir. Silahın prototipi tamamlandıktan sonra ilk denek olarak sizin okulunuz seçildi. Deney başarılı olursa bu yöntem kademeli olarak tüm ülkede uygulanacak ve böylece mükemmel itaatkâr bir halk yetiştirilecekti. Bunları öğrendiğimizde, hiç vakit kaybetmeden Aria ile ben New Tyro'da yeni bir üs kurduk ve Tyronfield Lisesini gözetim altına aldık. Okulunuza gelen ilaçlama personellerinin Büyülü Yılan Konseyinin üyelerinden başkaları olmadığını gördüğümüzde öğrendiğimiz bilgilerin gerçekliğini de doğrulamış olduk. Kademeli olarak tüm sınıflara sıktıkları gaz, bir ila üç gün kadar etkin kalıyordu. Bu süreç içerisinde elimden geldiği kadar tüm öğrencileri gözlemlemeye çalıştım. Tahminimce, zihni etkileyen büyülere karşı olduğu gibi bu kimyasala karşı da dayanıklı olan insanlar olmalıydı ve yanılmamışım. Sizin bu kimyasala karşı bağışık olduğunuzu doğruladığımda, hepinizi buraya getirdim. Çünkü amacıma ulaşabilmek ve büyücüler konseyini yenebilmek için sizin yardımınıza ihtiyacım var. Biz Aydınlığın Arayıcıları olarak zihin manipülasyonlarına karşı beynimizi koruyabilmek için tamir büyüsünün sunduğu imkanlar sayesinde geliştirilmiş bir kask kullanıyorduk ancak bu kask kusursuz değil. Pekâlâ fiziksel darbeler alabilir ve yakın menzilde de etkisini o kadar gösteremez. Bu yüzden, Aydınlığın Arayıcılarında sizin varlığınız elzem."
"Ne yani, bütün bu anlattıklarından sonra seninle işbirliği yapıp birlikte savaşmamızı mı istiyorsun?" Adamın bu uzun söylevinden sonra, Misa sessizliğini bozup araya girmişti.
Gille de Misa da anlatılanlardan sonra oldukça afallamışlardı. Irina ve Alhsom ise düşüncelere dalmış gibiydiler. Özellikle Alhsom, sanki orada bir şey varmışçasına gözlerini boş bir noktaya dikmiş tepkisiz duruyordu. Rodney ise hepsinden uzakta, kollarını bağdaştırmış bir şekilde dikiliyordu. Onun da şaşkınlığını gizlemeye çalıştığı her halinden belliydi. Aria da adamın arkasındaki bir ahşap sandalyeye oturmuş olası tehlikelere karşı odadaki gençleri süzüyordu.
"Şaşkınlığınızı anlayabiliyorum ama arkadaşlarınızı kurtarmak istiyorsanız bana güvenmekten başka çareniz yok. Size elimden geldiğince destek olmaya çalışacağım. Büyüyle güçlendirilmiş son model silahlar ve zırhlar sağlayacağım. Ayrıca girdiğimiz çatışmalardan birinde şans eseri iyileştirme büyüsünü çalmayı başardım. Yani olası yaralanmalara karşı tedbirimiz olacak. Tabii, büyücülerle savaşabilmek için ihtiyacınız olan eğitimi de alacaksınız. Zaten çok fazla yüz yüze çatışmaya girmeniz gerekmeyecek, ilk etapta arkadaşlarınızı kurtarsak ve şu silahı yok etsek yeterli olacaktır. Sonrası için hiçbirinizi zorlamayacağım. Çünkü teklifimi kabul ettiğiniz andan itibaren büyük bir sorumluluk ve riskin altına girmiş olacaksınız. En az benimkinin olduğu kadar sizin de hayatınız tehlikede olacak. İyi düşünün ve seçiminizi yapın."
"Hey, bir yanlışlık olmadığına emin misiniz? Ben sadece normal bir insanım, yardımcı olabileceğimi sanmıyorum. Kavga etmesini bile bilmem ben. Kaldı ki böyle efsaneleşmiş bir örgüte karşı savaşmamı istiyorsunuz. Yapamam. İmkânı yok, yapamam!" dedi Gille.
"Kesinlikle bir yanlışlık yok. Ben de bir zamanlar normal bir insandım. Büyücüler de devlet yöneticileri de... Hepimiz kader bizim için planını yapmadan önce sıradan insanlardık."
Alhsom sonunda gözlerini boşluktan çekti ve aynı boş ifadeyle adama dikti.
"Johann Scheuer... Bu isim sana tanıdık geliyor mu?"
Adam da aynı boş gözlerle ona baktı.
"Evet, kendisi benim eski bir dostum olur. Onurlu bir Aydınlığın Arayıcıları üyesiydi ve benimle aynı amacı güderdi. Sen onun oğlusun, değil mi?"
"Evet öyleyim. Ona ne olduğunu biliyor musun?"
"Muhtemelen Büyülü Yılan Meclisi tarafından öldürüldü. Ailesine çok değer verirdi, onları korumak için her şeyi yapardı. Bu nedenle devletin kirli planlarına karşı çıktığı öğrenildiğinde sizinle ilişkisini kesip ortadan kaybolmayı seçti."
"Anlıyorum..." Alhsom'un gözleri nemlenmişti. Uzun zaman sonra yeniden babası için gözyaşı döküyordu. "Ben size katılmak istiyorum. Babamın intikamını almak ve yarım bıraktığı işi tamamlamak istiyorum. Ayrıca şu anda yapmaya kalkıştıkları şeye de göz yumamam."
Bunu gerçekten yapabileceğine inanmıyordu aslında. Okul müdürüne bile zor baş kaldırıyorken koca devlete hatta yüzyıllarca dünyayı yönetmiş insan üstü bir gizli örgüte mi sataşacaktı? Yine de başka şansı yoktu. Babasını aldıkları yetmediği gibi ona ve arkadaşlarına da çok zarar vermişlerdi. Ezik bir sığıntı gibi yaşamaktansa intikam almak istiyordu.
"Ben de katılmak istiyorum." Bu sefer konuşan Irina'ydı.
"Ne?!" diye bağırdı Gille aniden doğrularak. Buna iyice afallamıştı.
"Evet, ben de katılmak istiyorum. Tüm bunlar oluyorken elim kolum bağlı oturamam. Siz de arkadaşlarınızı kurtarmak istemiyor musunuz?" Son cümleyi arkadaşlarına karşı söylemişti.
"Evet ama... Yapabilir miyim ki?" Çocuğun korku ve kararsızlıktan sesi titriyordu.
"Denemek zorundayız. Adamlar, herkesi tek tek alıyorlar. Sıra bize de gelecek."
"Anlıyorum ama korkuyorum."
"Olur da ekibime katıldıktan sonra altınızı ıslatırsanız size verdiğim aletleri teslim ettiğiniz sürece istediğiniz zaman geri dönebilirsiniz." diye araya girdi Albern.
Misa, bu iğrenç espri karşısında yüzünü buruşturdu.
"Hadi arkadaşlar, belli ki bizim yardımımız çok önemli." dedi Alhsom. "Ülkenin, hatta belki de dünyanın kaderi bizim ellerimizde. Sevdiklerimiz ve diğer tüm insanlar için en azından çabalamalıyız. Üzerimize düşen bu." İlk defa bu kadar ümitli hissetmişti.
"Ben de arkadaşlarıma yardım etmek istiyorum Alhsom. Sadece, tüm bunları kabullenmek biraz zor." dedi Misa. Derin bir iç çektikten sonra devam etti. "Zaten, istemeden de olsa çoktan bu işin içine bulaştık. O yüzden ben de size katılmaktan başka çıkış yolu göremiyorum ama dünyanın kaderi ve büyücüler umrumda değil. Sadece arkadaşlarımı kurtarmak istiyorum, hepsi bu."
"Seni anlıyorum." dedi Albern. "Herkesin savaşmak için kendi sebepleri vardır ne de olsa."
"Ben..." diyip yutkundu Gille.
"E, Gille? Freddie'nin bize ne yaptığını hatırlamıyor musun? O adam gibilerinin eline güç geçmesini ister miydin? Her ne kadar korkutucu da olsa sorunlarımızdan kaçmayıp mücadele etmek zorundayız." dedi Alhsom.
"P-peki, kabul ediyorum." dedi Gille, yine titrek sesiyle.
"Güzel. Bir tek sen kaldın koca adam." dedi Albern Rodney'e dönerek. Rodney, konuşma boyunca sessiz kalmayı tercih etmişti.
"Ben, amcam öldükten sonra devlet yetkisinde bir yetimhaneye yerleştirildim ve orada büyüdüm. O günden beri devlet desteğiyle yaşıyorum. Okuduğum okula onların isteğiyle yazıldım, her ne kadar dövüşmek benim tercihim olsa da spor müsabakalarına da onların isteğiyle katıldım. Şimdi, hepsini karşıma almak gerçekten zorlayıcı olacak. Ayrıca şu anda tek düşündüğüm şey bir an evvel odama dönüp Dusty'i görmek."
"Hah, boş verin onu. Kabul etmeyeceğini biliyordum zaten." dedi Misa. Rodney ise her zamanki gibi tartışmaya girmedi. İkisi de yeterince huysuz kişilerdi ve iki huysuzun tartışmasına maruz kalmayı kimse istemezdi.
"Sen bilirsin. O zaman, geriye kalan dört kişi artık resmi olarak Aydınlığın Arayıcıları üyeleri. Bugünden itibaren eğitimlere başlayabiliriz." Kaşla göz arasında yaktığı ikinci sigarasının küllerini dökmeye tenezzül etmemesi 'lakayıt adam' izlenimini korumasını sağlıyordu. Filmlerde pek havalı gözüken bu tavırlar, gerçek hayatta sinir bozucuydu.
"Şey, bu arada... Haftaya sınav haftamız da... Biraz beklesek olur mu?" dedi Misa.
"Gerçekten sınavı mı düşünüyorsun şimdi?" diye sitem etti Alhsom.
"Ona kızma. Eğer sınavlarınız yaklaşıyorsa şu anda onlara çalışmanız icap eder. Üstelik okuldaki herkes robotlaşmışken düşük notlarla dikkat çekmeseniz daha iyi olur. Yalnız, ben sınavlarınızın geçen hafta olacağını sanıyordum."
"Ertelediler." dedi Misa.
"Hmm... İlaçlamanın tam anlamıyla etkisini göstermesini beklemişler demek. Şimdilik evlerinize dönün ve sevdiklerinize bir şey olmadığını görün. Sonra uslu uslu derslerinize çalışın. Sınav haftasının bitiminde sizi eğitmek için yine alacağım."
"Mümkünse bu sefer kafama sopayla vurma." dedi Alhsom.
"Lafı açılmışken..." dedi Misa. "Bugün bize yaptırdığın şu seçim neydi öyle?"
"Sol gözümdeki implanta taktığım çip, polisiyede kullanılan cinsten. Gördüğüm kişileri isteğime göre hafızasına kaydediyor ve onlar hakkında veri tabanında sahip olunan tüm bilgileri önüme getiriyor. Ayrıca vücut sıcaklığı ve nabzı da tespit edebiliyor. Harbiden de kullanışlı bir teknoloji. İşte, bu teknolojinin yardımıyla hayatta en çok değer verdiğiniz kişileri tespit ettim. Sizi haftalardır izlediğim için çok zor olmadı. Sonra bu kişilerin birer hologramını çıkardım ve sanki tutsak etmişim gibi size gösterdim. Bunu yapmaktaki amacım, hayattaki öncelikleriniz hakkında bilgi edinmek ve kriz yönetiminizi gözlemlemekti. Eğitiminizin ilk aşaması olarak da görebilirsiniz."
"Bir dakika en çok değer verdiğimiz kişiler mi?" diye sordu Misa hafifçe kızararak.
"Yani, elimdeki bilimsel verilere göre evet."
"Tanrı aşkına, böyle bir yöntemin sana ya da bize nasıl bir yardımı dokunabilir?!" dedi Rodney.
"Bilmem, göreceğiz."
"Yani, niyeti ve amacı belirsiz bir şey için bize travma yaşatmayı seçtin." dedi Irina.
"Evet, öyle de denebilir."
Alhsom, tartışmaya girmek yerine lafı daha fazla uzatmanın anlamsız olduğunu düşünerek ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Arkasından diğerleri de kalktı.
"Eşyalarınız yukarıdaki masanın yanında duruyor. Şu anda sabahın erken saatlerindeyiz. Henüz, kimsenin uyandığını sanmıyorum. Doğrudan evinize ya da yurdunuza dönün. Buranın adresini öğrenip sınavlarınız bittiğinde tekrar gelebilirsiniz. Evet, bu sefer sizi kaçırmayacağım." dedi Albern arkalarından.
Eşyalarını aldıktan sonra, Aria denilen kızın gösterdiği yolu izleyerek herkes sırayla dışarı çıktı. Çıktıkları yer, dışarıdan bakıldığında basit bir implant mağazasına benziyordu. Robot parçaları ve teknolojik aletler satıyorlardı işte. Bodrum katında ufak da olsa bir savaş karargâhı olduğunu kim tahmin edebilirdi ki? Saat, henüz 5.30'u gösteriyordu. Sabah ayazı hafiften kemiklerinin sızlatmaya başlamıştı. Neyse ki Albern, şaşırtıcı bir şekilde düşünceli hareket ederek onlarla birlikte montlarını da getirmişti. Rodney eşyalarını aldıktan sonra, kimseyle konuşmadan direkt okulun yolunu tuttu. Ardından Gille ve Irina ayrıldı. Evlerine aynı yoldan gidildiği için her zamanki gibi birlikte yürümeye karar verdiler. Böylece Alhsom ve Misa yalnız kalmış oldu. Tam onlar da ayrılacakken Misa bir şey söyledi. Dünden beri Alhsom'un aklından çıkmayan ama konusunu açmaktan çekindiği bir şeydi bu.
"Dün verdiğim ani tepki için özür dilerim. Canım yanmıştı ve çok korkmuştum."
"Sorun değil, ne hissettiğini anlayamam elbette ama sebeplerini anlıyorum. O yüzden kızmadım sana. Sadece, ne yapacağımı bilememiştim. Bu yüzden kaçmayı seçtim. Ben de kaçıp sizi endişelendirdiğim için özür dilerim."
"Senin için gerçekten endişelendik, biliyorsun değil mi? 'Her ne kadar korkutucu da olsa, sorunlarımızdan kaçmayıp mücadele etmek zorundayız.' diyen sendin. Bu sarf ettiğin sözlere kendin de uyacağına söz veriyor musun?"
"Söz veriyorum, bir daha kaçmak yok!"
"Buna sevindim. Okulda görüşürüz, o zaman."
"Görüşürüüz." dedi Alhsom neşeyle. Bunu yaptığına o da inanamıyordu.
Çocuklar gittikten sonra Aria ve Albern tekrardan o kasvetli mağazada yalnız kaldılar.
"Ne de mızmızlar. Biz de genç olduk ama bunlar gibi değildik." dedi Aria.
"Onlar sadece ergenlik çağında olan çocuklar. Böylesine bir yükü kaldırmak zor gelir elbette, zira herkes senin kadar güçlü değil." dedi Albern. Elinde yeni yaktığı sigarası parlıyordu.
"Ama onlar sıradan birer çocuk değiller. Acıya ve mücadeleye alışmış olmalılar. Geçmişlerini araştırdım; özel olmalarının yanı sıra hepsi zor yollardan geçmiş, aile sevgisi görmemiş çocuklar. Bir tanesi hariç... Şu Gille denen çocuk diğerlerine kıyasla pek de büyük problemler atlatmamış gibi duruyor."
"Demek ki kaderin onun hakkında başka planları var." dedi Albern her zamanki soğuk sesiyle ve ağzındaki dumanı son bir kez havalandırmaya doğru üfledi.