webnovel

3

o gün derste Tuğba yoktu, Gamze ise çocuk ile mutlu bir ilişkisinin olmasını diliyordu.

Sınıfta öğrenci sayısının ikiden az olması durumunda ders yapmamam gerektiğini sıkı sıkı tembihlemişti müdür yardımcısı, odası daima gül suyu kokan, kalın camlarının ardından kısık gözlerle bakan, yüzünün büyük kısmını gözlük kapsadığından, ilk yüzüme çarpan metal çerçeveli gözlükleri oluyor. Müdür yardımcısı İnönü'de oturuyor. Sohbetlerimizde bir an evvel evlenmem gerektiğini salık veriyor. İşini eline almış bir gencin, tek başına gezdiği her günün vebalinin ebeveynlerine yazıldığını söyledi. Bu durumda ben günaha girmiş olmuyorum, çünkü hayatımı kendim kazanıyorum ve evlenmek istediğimi de belirttim. Bununla birlikte babam Neslihan'ı istedi, "kısmetse olur" cevabını da aldık, en kısa sürede evleneceğimizi beklerken hesaplar tutmadı, ailem Neslihan ile evlenmemi istemiyor. Gerekçe olarak benim gibi öğretmen olmasını istiyorlar. İktisat mezunu birinin öğretmen olmasını nasıl bekleriz? Bunun için en büyük gerekçe geçen seneki Refahyol hükümetinin tüm üniversite mezunlarını öğretmen olarak ataması, El-EZHER üniversitesi mezunlarının atanmış olmaları, yazılı basında geniş yer tuttu. İnsanlar hükümetin laiklik konusunda yeteri kadar hassas olmadığını düşünüyordu.

Bu nedenle üç yıl önce "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" kampanyası başlattılar. Hükümet'te şimdi Anasol-D var ve yeni milli eğitim bakanı, eğitim fakültesi dışındaki tüm bölümlerin atama dışı kalacağını açıkladı.

Mühendis olan kuzenim bu nedenle öğretmenlik umudunun kalmadığını görüp, maden mühendisi olarak çalışmaya başladı. Benim gibi, atama beklediği günlerde psikolojisi bozulmuştu. Bu durumda Neslihan'ın öğretmen olma şansı yok.

Geçen yıl aldığı Pedagojik Formasyon belgesinin de bir anlamı kalmadı. Telefonda kavga ettik, ben onun yüksek lisans yapmak amacı ile Eskişehir'e gelmesini istiyorum. Böylece kendi aramızda evlenip buraya yerleşebiliriz, ailemin bu evlilik için ikna olacağını sanmıyorum. Hayatıma müdahale ettikleri için ailemle görüşmüyorum. Gül yağı kokulu makam odasına sahip olan müdür

Yardımcısı, annemi aramam konusunda beni uyarıyor. Tahminime göre annem, müdür yardımcısı ile telefonda görüşüyor, sesimi duymak istediğini adama anlatıyor.

Neslihan ise ailelerin onayını almadan evlenmek istemediğini söyledi. "Aileni ikna et gel; yoksa görüşmeyelim" deyip ilişkimizi bitirdi. Uzun zamandır hayalini kurduğum evlilik artık gerçekleşecek gibi gözükmüyor.

Özgürlük ilk günlerde cazip geldi, okuldan sonra, kaldığım öğrenci yurdunda yatağıma uzanıp kitap okuyorum, bu ilişki beni gerçekten yormuş; ben farkına varmamışım, belki de etrafıma bakmalıyım, üstelik dün okul çıkışında bir randevu talebi aldım! Pazartesi okul çıkışında öğrenci yurduna çıkan keskin yokuşun başındaydım. Coğrafya öğretmeni yanıma yaklaşıp yarın kafede buluşup yıllık planları birlikte hazırlamamızın uygun olduğunu söyledi. Bu öneri beni memnun etmişti ama cümlesini tamamladıktan hemen sonra sırtını dönüp kendi yurduna yöneldi.

Ertesi gün kafede buluştuğumuzda kısa sürede yıllık planları tamamlayıp ayrılacağımızı sanıyordum. Konu konuyu açmaya başlamıştı, plan yapmayı bırakıp okul hakkında konuşmaya başladık, daha çok o anlatıyordu ben dinliyordum. Ayten de benim gibi stajyer öğretmendi. İzmir anılarını anlattı, üniversite yıllarında benim gibi matematikçi olan ve gitar çalan bir gence platonik âşık olmuştu, zamanla bu aşkı arkadaşlarına anlatmış ancak Gökhan'ın bu durumu hiç bir zaman bilmemesi için kızları sıkı sıkı tembihlemişti.

Üniversiteyi bitirip memleketine döndüğünde, Gökhan dört yıl boyunca en yakın arkadaşı bildiği Ayten'in kendisine karşı özel duygular beslediğini, ortak arkadaşlarından birinden öğrenmiş; soluğu Ayten'in yanında almıştı, duygularının karşılıklı olmasa dahi bir ilişkiye başlamalarının doğru olduğunu ifade etmişti Gökhan. Yıllarca sevdiği Gökhan'ı reddettiğini anlattı Ayten; bunu neden yaptığını sordum, anlaşılması zor biriydi, yıllarca sevdiğiniz bir kişi ayağınıza geliyor ve siz onu reddediyorsunuz!

"Ben başkasından duyarak koşup peşinden

gelmeni istemiyorum, gözlerime baktığında sana olan hislerimi anlamanı isterdim" demiş Ayten, bence ona karşı duyguları kolay kolay silinecekmiş gibi gözükmüyor. Gün ortasında buluşmuştuk ve artık hava kararmaya başlamıştı, meğer konuşacak ne kadar çok konumuz varmış! İkinci buluşma için sözleştik; kız yurdunun misafirhanesinde okul çıkışı buluşacaktık. İkinci buluşmamızda ben de Neslihan'dan söz ettim, nasıl tanıştığımızı ona yazdığım sayfalar dolusu mektupları ve ailem yüzünden evlenemediğimizi anlattım. Ayten'in dikkatli bir şekilde beni dinlediğini sanıyordum oysa birden sözümü kesti. "Sen, Allah'a inanır mısın, Necip?" Bu soru beni çok şaşırtmıştı, bu nasıl bir soruydu böyle! Elbette Allah'a inanıyordum. Ayten sanki bana anlatmaya çalıştığı bir gizeme sahipti, bu sırrı dolaylı yollardan bana anlatmaya çalışıyor benim bazı çıkarımlarda bulunmamı istiyordu. İlk kez ondan duyduğum bir kelimeyi söyledi. Kendisinin Ehlibeyt olduğunu söylediğinde ben gene anlamamıştım bu nedenle anlayabileceğim bir dil kullandı, Alevi olduğunu söyledi. Bu benim en cahil olduğum konuydu; mezhepler konusu, Ayten sık sık Pir Sultan'dan, Hacı Bektaş'tan söz ediyordu.

Hafta sonu birlikte kitapçıya gittik, ben aşk romanlarına bakarken; o Vedat TÜRKALİ kitaplarına aç kurt gibi saldırıyordu sonunda yazarın kalın bir romanını beğendi, yanlış hatırlamıyorsam kitabın adı " GÜVEN" idi. Alevi kelimesini ilk kez dönemin başbakanı Erbakan'dan duymuştum. Grup toplantısında bunlar "Mum söndü oynuyorlar" demişti. Sonraki günlerde sık sık kitabı sordum ona. Beni sendikaya götürmeye karar verdi bir gün, Eğitim-Sen'in Eskişehir şubesine vardığımızda oldukça dar bir alanda, yan yana yerleştirilen masaların etrafında -çoğu yaşlı- birçok kişi sigaralarını tüttürürken, hararetle bir şeyler tartışıyorlardı. Dumandan göz gözü görmüyordu. "Ayten tam kendisine uygun bir yer bulmuş" dedim içimden; çünkü kendisi de günde üç paket sigara içiyordu. Aniden kendisine matematik anlatmamı istedi; yüksek lisans yapmayı düşündüğünü; bu amaç ile ALES sınavına girmek istediğini anlattı. Tüm gün zaten okulda beraberdik, ders aralarında koridorda birlikte sınıflardan

çıkarken göz göze geliyorduk. Eğer o öğretmenler odasına benden önce gelmişse beni gülümseyerek karşılıyordu, aramızdaki arkadaşlık zamanla aşka dönebilir miydi acaba?

Yirmi beş yaşına kadar hiç kimse ile ilişkisi olmamıştı Ayten'in, sadece üniversite yıllarında karşılıksız birini sevmişti. Öğretmenler odasına girerken beni gülümseyen gözlerle karşılaması, itiraf edeyim ki; benim de hoşuma gidiyordu. Ancak bana gülümserken, sigara dumanı içinde olması da hiç hoşuma gitmiyordu, sigaradan hiçbir zaman hoşlanmamıştım. Beş dakikalık kısa süren ders arasında mümkün olduğu kadar çok sigara içmek istiyordu Ayten. Gülen gözlerinden cesaret almıştım, akşam serviste yanına oturdum, başka bir konu üzerine konuşuyorduk; Ayten Osmanlıdan bu yana Alevilerin zulüm gördüğünü yobazlar tarafından dinsizlermiş gibi muamele gördüklerini anlatıyordu; bende ellerini izliyordum, birden sözünü kestim, "Ne kadar zarif ellerin var, Ayten" dedim.

Bu sözü duyunca çok şaşırmıştı; anlattığı konular kafasında karıştı, her iş çıkışında kapitalizmin insanları köleleştirdiğinden söz ederdi, ben hiç dinlemediğim halde dikkatle dinliyormuş gibi yapardım; kimi zaman ona şirin görünmek için babamın SODEP 'e oy verdiğini söylerdim. Ayten, babamın sosyal demokrat olmasına memnun olmuştu ancak kendisine göre sosyal demokrat ve medeni cesareti yüksek adamın, benim evliliğime müdahale etmesine bir anlam verememişti.

Havalar ısınmaya başlayınca, Yunus emre kampüsünde piknik yapmaya karar verdik; salı günleri ikimizin de boş günüydü. Sabah erken buluşup; tren ile Kütahya'ya gitmeye karar verdik.

Ayten yolda üşüdüğünü söylediğinde, ceketimi omuzlarına koydum; o anda aramızda bir kıvılcım hissettim.

Kolumu, ceketi yerleştirdikten sonra omuzuna koydum; o da bu hareketten sonra -komut almış bir robot edası ile- başını omzuma yasladı. Heyecandan kalbimin duracağını hissediyordum.

Tren ağır ağır ilerlerken ben yolculuğun bitmesini hiç istemiyordum. İkimizde bu ilişkinin arkadaşlık boyutundan çıkmaya başladığını düşünmeye

başlamıştık. Oda arkadaşlarımız, birbirimizden hoşlandığımızı; ancak farkında olmadığımızı söylüyordu. Yolculuk esnasında benim walkman'in kulaklıklarını paylaşmak için iyice yaklaştık; artık onu hissedebiliyordum. Kütahya da ilk durağımız, döner gazino oldu.

O vejetaryen olduğundan peynirli pidede karar kıldı, yemek esnasında sık sık gözlerine bakıyordum. Bulunduğumuz yer bir erkeğin duygularını açmak için uygun olduğu bir yerdi. Yemekten sonra MACAR Evi'ne gittik, orada benden cep telefonumu ödünç alıp, oda arkadaşını aradı.

Telefondan karşı tarafın sesini duyuyordum; oda arkadaşı ateş bacayı sarmış dediğinde, Ayten gülümsüyordu. Benim oda arkadaşlarım da benzer tepkileri veriyordu.

Hasta olduğum günlerde, Ayten çağırınca hemen ayaklandığım için benimle dalga geçiyorlardı.

Eskişehir'e döndüğümüzde, onun kaldığı kız yurdunun misafirhanesinde oturduk. Misafirhaneden en son çıkan ben oluyordum. Odamda kendi kendime düşündüğümde; sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar, Ayten ile birlikte olduğumun farkına vardım.

Şairin dediği gibi "iki kere iki dört elde var Ayten!" diyecek duruma gelmiştim. Sonunda ona mesaj yazmaya karar verdim ama cep telefonu kullanmıyordu. Oda arkadaşının cep telefonuna yazdım; saat gece yarısına varmak üzereydi.

"Ayten aylardır anlamını bekledim, bakışlarımla tavırlarımla bunu sana anlatmaya çalıştım, ben senden hoşlanıyorum"

mesajımı yolladıktan sonra iletim raporu gelince rahatladım, rahat bir uyku beni bekliyordu.

Ertesi sabah, servise birlikte bindiğimiz yere geldiğimde, elinde tava vardı.

O tava ile ne yapacağını sordum; kafamda patlatacağını söyledi, bu sözleri söylerken dahi gülümsüyordu; galiba hislerimiz karşılıklıydı. Bu gülümseme bana cesaret verdi. O gün serviste bana bir öyküsünü anlattı. İnönü lisesine atandığını öğrenince; Cem evindeki dede, bu okulun kendisi için hayırlı olacağını söylemiş.

Ben "dede" dediği zaman yaşlı bir insandan söz ettiğini sanmıştım. Fakat "dede" olmak için mutlaka yaşlı olmak gerekmiyormuş; zaten Ayten'in söz ettiği dede orta yaşlıymış. Bu dede ona bu okulda kendisini mutlu edecek birisi ile tanışacağını söylemiş.

Bu nedenle, teklifimi kabul etmeden önce; aklına memleketindeki dede gelmiş, teklifimi kabul etmeye karar vermiş. İlk teklifimde beni reddetmesinin nedeni ise üniversite yıllarımda yaşadığım ilişkiymiş. Ben hayır cevabı aldığımda ilk aklıma gelen soru " Neden" ve cevap ise benim Neslihan'ı unutamamış olduğumu düşünmesiydi.

Mezhep farkının mutluluğumuza engel olamayacağına inanmıştık. İlişkimizden ailesine söz ettiğinde; ablası Sünni bir genç ile evlenmesinin yanlış olacağını söylemiş. İlk anda mezhep farkının ben de sorun teşkil etmeyeceğini düşünüyordum ancak zaman içinde bu konunun ciddiye alınması gereken bir konu olduğuna karar verdim. Bir gece rüyamda Cem evinde diz çökmüştüm; etrafımda mumlardan oluşan bir çember vardı. Karşımda iri siyah gözlü, -elinde yılanın diline benzeyen kılıcı olan- bir adamın resmi asılıydı.

Bu resmin etrafında saz çalan insanlardan biri aniden ayağa kalkıp dinimi neden sattığımı sordu. Bu rüya bana birden " Memleketim" filmini anımsattı. Ait olmadığım bir kültüre girmem olanaksızdı. Ayten, bunu benden önce hissetmişti.

Hafta sonu sabah misafirhanede bir saat onu bekledim, sonunda odasından çıkmıştı; yanımdan bir yabancıymışım gibi geçti.

Telefona yöneldi; bir süre konuştuktan sonra koridorda koşmaya başladı.

Önüne çıkıp yolunu kestim ve kollarımı açtım, çok kısa bir süreliğine kendini kollarıma bıraktı; ben de gözyaşlarını silmeye başladığım an; hızla kendisini geri çekti. Hiçbir açıklama yapmadan odasına çıktı. Ablasını arayıp, neden ağladığını sorduğumda; tatmin edici bir yanıt alamadım. İlişkimiz sadece bir ay sürmüştü, artık bittiği kesindi sebep mezhep farkı ya da eski ilişkimdi. Sebebin ne olduğunun bir anlamı yoktu, önemli olan sonuçtu. İlişkimizin tekrar başlaması için onunla konuşmayı denedim; ancak konuşacak bir şey olmadığını söyledi.

Ayrılığın ilk günlerinde, kararını gözden geçirme ihtimalini göz önüne aldım; ancak zamanla geri dönmeyeceğini anlamıştım, artık

okuldaki tüm zamanını felsefe öğretmeni ile geçiriyordu; okulumuzun felsefe öğretmeni -ilerlemiş yaşına rağmen- oldukça genç gözüktüğü için lise son sınıftaki kızların gözdesiydi; ders aralarında kız öğrenciler onun etrafında bir halka oluştururdu.

Felsefeden başka resimle ilgiliydi ve masa tenisinde bir hayli iddialıydı. Ayten, öğle tatilini masa tenisi oynayarak geçiriyordu. Onun gibi usta bir oyuncudan özel dersler alıyordu, topa nasıl vurması gerektiğini, raketin nasıl tutulması gerektiğini, uzun uzun anlatıyordu öğretmen. Maçtan sonra yorgunluk sigarası içmeye karar verdiler.

Cenk ona sigarayı uzattı. Dudaklara temas eden kısım, felsefe öğretmeninin elinde diğer kısım Ayten'in elindeydi; bu şekilde birkaç dakika beklediler. Bu esnada bakışları hiç ayrılmıyordu; her ikisi de gülümsüyordu.

İlk kez temiz duygular hisseden liseli gençlere benziyorlardı. İnsanların hayatlarında kaybetme acısı yaşayarak olgunlaştıkları zamanlar vardır. Bu an, benim için bir az önceki tarife uyan bir andı. Bir zamanlar bana sevgiyle bakan bu siyah gözler, şimdi evli bir erkeğe tutku ile odaklanmıştı. Zarif elleri, sigara ile birlikte felsefe öğretmenin ellerini tutuyordu. Etrafta öğrenciler ve diğer öğretmenler olsa da; onlar odada baş başa kalmış gibiydiler. Bu sevgililik oyunu, okul pikniğinde de aynı şekilde devam etti; artık el ele yürümeye başlamışlardı.

Uzaktan onu felsefe öğretmeni ile birlikte gördüğümde; koşup yanlarına gitmek istedim. Birden, adım atamadığımı fark ettim. Koşup yanlarına gelmek, kavuşan ellerini ayırmak istedim ve bu isteğin ne kadar tehlikeli olduğunu fark ettim.

İnsanların sevgilisini ya da eşini yorgun argın işten geldiğinde kendi yatağında bir yabancı ile bulduğu anın, ne kadar tehlikeli olabileceğini o gün anlamıştım. Aslına bakarsanız ben de tehlikeli bir yaratık olmuştum. Bir fotoğraf çekmişti gözlerim, beynime kazınmıştı.

İlk an da şoka girdim. Kendimi kullanılıp atılmış bir paçavra gibi hissettim.

Birkaç saniye sonra kendime acımaktan vazgeçtim.

İntikam almak isteği, damarlarımda dolaşıyordu, öfkenin bedenimi sardığını anlamıştım. Geziden hemen ayrılıp; soluğu üniversitede aldım. Felsefe öğretmeninin eşi Eczacılık fakültesinde memurdu.

Kapıyı tıklatıp odaya girdim.

Kocasının okul pikniğinde bir bayan öğretmen ile el ele dolaştığı fotoğrafları gösterdim. Bedenimde dolaşan intikam duygusu, kesilmiş bileklerimden akıp gitmişti.

Uzun yıllardır evli olan ve tek çocukları olan bu çiftin, kavga etmesini ya da boşanmasını istiyordum.

Felsefe öğretmeni, eşi ile benim yüzünden kavga ettiğini; kendi kafamda kurguladığım küçük oyunlara karısını karıştırmamam gerektiğini söyledi. İntikam almak için yaptığım bu hareket, onları daha da yakınlaştırmıştı; zamanla bu birlikteliğe gözlerim alıştı. Gidilebilecek en uç noktaya kadar gitmişlerdi. Evli bir erkek ile en fazla okul gezisinde birlikte olunabilirdi, okul bitince hafta sonları da görüşecek durumda değillerdi ya da ben öyle umuyordum. İtiraf etmek gerekirse kıskançlık gözlerimi kör etmişti. Benden ayrıldıktan sonra okulumuzda çalışan evlenmemiş bir öğretmen ile ilişki kursa belki de bu kadar kıskanmayacaktım. Hislerimi onun da yaşaması için neler vermezdim! Allah dualarımı kabul etti.

Güz döneminde, yeni atanan bir matematik öğretmeni ile arkadaş oldum. Zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordum. Bir peri masalını yaşıyordum, serviste şiir okurken tanıştık.

Her buluşmamızda, gözlerinin içine bakıp aşk şiirleri fısıldıyordum. Çalıştığımız okullar yan yana olduğundan; kimi zaman İnönü lisesine beni ziyarete geliyordu. Aslında çiçeği burnunda öğretmen Ayten ile görüşmüş; benden uzak durmasına dair tavsiyeler almıştı ama gönül ferman dinlemişti.

Mutluluk, onun minik ellerini avucuma alıp Cahit Sıtkı okumaktı. Tanışmamızdan kısa bir süre önce, astım krizi nedeni ile acil olarak hastaneye kaldırılmıştı Dilek. Kısa bir süre solunumu durmuştu, doktoru sigarayı kesinlikle yasaklamıştı; kalbinde ritim bozukluğu vardı ve hepimizin bir adım ötesinde olan ölüm, onun bu rahatsızlığı nedeni ile kendisine daha yakındı. Onu kaybettiğim günün gecesinde ilginç bir rüya görmüştüm, etrafımda tabutlar vardı ve tabutlar birdenbire açılarak kefenlenmiş cenazeler aniden ayağa kalkıp namaz kılıyordu, kimi tabutlar

Cam'dan yapılmıştı ve tabutun önüne içindeki insanın neden öldüğünü açıklayan hastalığın adı yazılıydı, çok uzun siyah saçları olan genç bir kız veremden ölmüştü.

Tabutların içindeki insanlar dirilip namaz kıldıktan sonra, yanımda geziyordu; yüzleri plastik bir madde ile kaplanmıştı.

Bulunduğum ortamı bana açıklayan rehber vardı yanımda, rehber canlıydı daha doğrusu ben öyle sanıyordum, aniden güneş ışığı yüzünü aydınlatınca onun da teni aynı plastik madde ile kaplanmıştı ve ben sevgili rehberimin de ölü olduğunu anladığım an çığlık attım. Bu çığlık oda arkadaşlarımın sabahın dördünde uyanmalarına neden olmuştu, yatağıma gelip sakinleşmemi sağladılar ama bu korkunç rüyadan daha kötüsü onu solunum yetmezliği nedeni ile kaybedecek olmamdı. Hayatımda gerçek aşkı bulduğum bu peri masalı mutlu son ile bitmemişti o anda yaşadığım acı olayları mukayese etmeye başlamıştım.

Bir insanın sevdiğini kaybetmesinden ötürü hissettiği acının bedenindeki herhangi bir uzvunun kırıldığı anda hissettiği acı ile eşdeğer olduğunu ileri süren bir yazı okumuştum. Yatağımda uzanırken onu hissediyordum sanki gözlerimden akan yaşları silmek için mezarından kalkıp gelmişti. Burnunun ucunu ilk kez öptüğüm küçük parkın kenarı kırık bankında otururken de o üzerinde uzun beyaz elbisesi ile yanımdaydı. Hayatıma devam etmem için yardım almam gerekiyordu ve o gün ilaçlarla tanıştığım ilk gün oldu. Hayatımda gerçek aşkı bulduğum bu peri masalı mutlu son ile bitmemişti o anda yaşadığım acı olayları mukayese etmeye başlamıştım. Bir insanın sevdiğini kaybetmesinden ötürü hissettiği acının bedenindeki herhangi bir uzvunun kırıldığı anda hissettiği acı ile eşdeğer olduğunu ileri süren bir yazı okumuştum. Yatağımda uzanırken onu hissediyordum sanki gözlerimden akan yaşları silmek için mezarından kalkıp gelmişti. Burnunun ucunu ilk kez öptüğüm küçük parkın kenarı kırık bankında otururken de o üzerinde uzun beyaz elbisesi ile yanımdaydı. Hayatıma devam etmem için yardım almam gerekiyordu ve o gün ilaçlarla tanıştığım ilk gün oldu. Dilek kısa yaşamında benden önce dört yıl süren bir ilişki yaşamıştı. Birinci sınıftaki tanışma partisine gittiğinde ilk üç dans

Teklifini reddettiğini dördüncü teklifi kabul ettiğini anlatmıştı. " Salkım salkım tan yelleri estiğinde " onlar dans etmeye başlamıştı. Kavalyesinin ceylan gözlerine o şarkı eşliğinde baktığında kaybolmuştu

Dilek kısa bir süre sonra Özkan'ın ev arkadaşı aniden evden ayrılmaya karar vermişti, tek başına kirayı veremeyeceği için ev arkadaşı olması için Dilek en uygun kişiydi. Yeni kent mahallesindeki evlerinde öyküleri bu şekilde başlamıştı. Üç yıl boyunca evden sayılı kez çıktı Özkan alışverişten Dilek sorumluydu. Bu yıllardan söz ederken en mutlu yıllarının olduğundan söz ederdi. Anılarını anlatırken evlenmemiş olmalarına üzülmüştüm. Evlilik planı yaptığım kızın benden önceki sevgilisi ile evlenmediği için üzülüyordum!

Ayrılık, Özkan'ın gırtlak kanseri olması ile gelmiş. "Yakışıklılığını kaybetmişti" derdi Dilek, kimyasal tedaviye başlamış; yüzünde kalıcı hasarlar olmuştu.

Bu yeni görüntüsü nedeni ile özgüvenini kaybettiğini; sürekli ağladığını; terk edileceğini düşünmeye başladığını söylemişti.

Özkan ortak arkadaşları Abidin'den dahi eşini kıskanmaya başladığında "Bitti" demiş, Dilek telefonda.

Özkan ilk günlerde barışmak istediği için birkaç kez aramış fakat yapılan çağrılar sonuçsuz kalınca, eşyalarını toplayıp memleketine dönmüş.

Dilek yalnız kaldığı bu şehirde ilk olarak öğrenci yurduna kayıt yaptırmış. Üniversite son sınıfta olmasına rağmen halen birinci sınıf derslerini veremediği için okulu yedi yılda tamamlamak zorunda kalmış ve benim gibi İnönü'ye atandığında hayatına ben girmişim.

Dilek yanımda uzandığında, kestane saçlarını okşarken ve birlikte "When a man loves a woman" dinlerken hep Özkan'ı düşünüyordum, acaba ilişkileri yeniden başlar mı korkusunu yaşadığım anlar olmuştu ama benim problemim korkudan çok kendi geçmişimle onun geçmişini kıyaslamamdı. Dilek ve Özkan aşkı ile Neslihan ve Necip aşkını kıyaslıyordum. Benim Neslihan ile evlenmeme ailem engel olmuştu. Hayatımı ilgilendiren bu konuya ailemin bu denli karışmasına izin

Vermiştim; buna izin vermemeliydim.

Hayatımın dizginlerini elime almalıydım. Bu amaçla Neslihan'a benimle gelmesini söylediğimde hayır cevabı almıştım.

Dilek, Özkan için evden kaçardı; -evlilik önündeki tek engel büyüklerin onayı olsaydı- bunu kesinlikle ciddiye almazdı.

Neslihan'dan cesurdu, hayatına kimsenin müdahale etmesine izin vermezdi, bununla birlikte ben kıskanç değildim belki de kıskanç bir sevgiliden sonra beni tercih etmesinin sebebi buydu. Ölmeden önceki son konuşmalarımızda hayatında yaptığı hiçbir şeyden pişman olmadığını söylemişti. Özkan ile yaşadığı üç yıl süren evlilik hayatından ve benimle yaşadığı bir aylık kısa ama yoğun ilişkisinden asla pişman olmadığını, hayatın her zaman ikinci bir şans verdiğini söylemişti. Ben onun hayatındaki ikinci şansmışım!

Aslında kısa süren ilişkimizde, kavgamız hep sigara konuluydu.

Doktorların,

"Kesinlikle bırakmalısın ciddi bir astım krizinde ölüm tehlikesi yaşanabilir" sözlerini ciddiye almayıp, sigara kullanmaya devam etmesi yüzünden onu sorumsuzlukla suçluyordum. Aynı şekilde Dilek ise beni birikmiş kredi kartı borçlarım nedeni ile aynı şekilde suçluyordu. Kısa bir süre sonra sarılıp barıştığımız zaman; ben burnunun ucunu öperdim.

Birlikte geçirdiğimiz tek gece olmuştu, ilerde evlendiğiniz zaman merak etmeyin birbirinizden bıkarsınız diyenlere inanmıyordum, hiçbir zaman ondan bıkacağımı sanmıyordum. Son gecesinde, kardeşi odasına kapanıp; gizlice sigara içtiğini söyledi. Geç saatlere kadar kim bilir ne düşünmüştü? Kriz uykuda gelmişti doktor olan kardeşi yan odada kalıyor olmasına rağmen herhangi bir ses duymamıştı. Sabah uyandıklarında Dilek kaskatı bir şekilde yatağındaydı ve artık yapılacak bir şey kalmamıştı. Ailesi, Özkan'ın kanser olduğu için fazla yaşamayacağını bu nedenle evlenmelerinin yanlış olacağını düşünürken kendi kızlarını aniden kaybetmişti. Tabutun üzerinde gelinlik kısmen sola kaymıştı ve kar taneleri nazlı birer peri gibi süzülerek yere inerken cenazeyi mezara yerleştiriyorduk. O cenaze ile birlikte geleceğe dair hayallerim de gömülmüştü. Artık derslere konsantre olmakta zorlanıyordum. Kendimi

hedefsiz hissetmeye başlamıştım. İnönü ilçesinde çalışan tüm öğretmenler bu ani ölüme üzülmüştü, cenazede rahmetlinin çalıştığı okuldan mesai arkadaşları gelmişti.

İlk günler öğrenciler bana moral vermeye çalışıyordu. Kendimi toparlamalıydım kafamda tek soru vardı. Acaba Özkan onun hayatını kaybettiğini biliyor muydu? Ailesi cenazeden kısa bir süre sonra tekrar İzmir'e taşındı. Bu şehirde kalmalarını gerektiren bir neden yoktu, doktor olan kardeşi de en kısa sürede tayin isteyeceğini söylemişti. Eskişehir'i hiçbir zaman sevmediğini buraya kardeşi için geldiklerini anlatırdı. Kuru havaya sahip bir şehirde yaşamalarının Dileğin rahatsızlığına iyi geleceğini düşünmüşlerdi. Onu kaybettikten sonra bu şehirde bir saat dahi kalmak istemiyorlardı. İtiraf etmem gerekirse, beni bu şehre bağlayan tek şey yüksek lisans tezimdi. Bu tezi bir an evvel yazmalı ve buradan ayrılmalıydım. Görev yerimin değiştirilmesi benim için en uygun çözümdü. İnönü'ye veda zamanı gelmişti. İki yıl çalıştığım bu okulda pek çok anım olmuştu, kiraladığım evi boşalttım odamda Dileğin kokusu sinmişti duvarlara, altı kırık yatağımda ilk sevişmemizi anımsamıştım, "Üstümüzü ört!" dediği anda bu sefer olacağını hissetmiştim bu cümle yarı emir yarı dilek cümlesiydi.

Akşam yemeğinden sonra ailesinden izin alıp, soluğu benim yanımda aldığı günler ne güzeldi! Kimi zaman üzerine sadece kolay çıkarılabilecek elbiseler giyip zamandan kazanmak için iç çamaşırı giymediği geceler olmuştu; onunla birlikteyken zamanın nasıl geçtiğini bilmiyordum.

Sabaha kadar yanımda kalmasını istiyorum, hiç uyumadan güneşin ilk ışıklarını görene kadar sevişmek istiyordum. Ona sarıldığım an aklıma Özkan geliyordu acaba onunla nasıl birlikte oldular kendilerine özel bir sevişme habercisi hareketleri var mı? Mesela ben yalnız kaldığımız anlarda burnunun ucunu öptüğüm zaman bu birlikte olmak isteğimi anlatan bir hareketti. Özkan ile ilişkiye girdiği zaman neler yaşandığını elbette anlatmıyordu ama yatakta ayıp şeyler fısıldamam için ısrar ettiğinde buna

alışık olduğunu düşünüyordum. Birlikteliğimizin kısa sürdüğü bir gün bu işin birincisi bile uzun sürer sanırım sende bir sorun var dediği an ilk kez Özkan'ı referans verdiğini anlamıştım. Onun performansının uzun olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Evime geldiği zaman banyodaki eski sobayı yakmamı isterdi ama ben ani su ısıtıcısı kullanıyordum neden soba konusunda ısrarlı olduğunu anlamamıştım. Yakacak almak sonra sobanın altını temizlemek epey zor işti, çocukluğum sobalı evde geçmişti ve sık sık annemin teneke kaplara doldurduğu külleri dökerdim.

Soba konusunda neden ısrarlı olduğunu anlamaya başlamıştım, Özkan ile birlikte yaşadıkları evin sobalı olduğunu anlatmıştı. Banyo sobasını ağzına kadar doldurup saatlerce seviştikten sonra sıcak banyoda sevişmeye devam ediyorlardı! Onun hiçbir zaman evden çıkmamasının temel sebebi buydu sürekli olarak birlikteliğe hazır bir erkek! Benim Allah'ım sensin, sana tapıyorum dediği için benim de Özkan gibi kendisine taptığı söylememi istemişti, Dilek.

Ben de zoraki olarak söyledim ama içimden tövbe etmeyi unutmadım. Onu kaybetmek istemiyordum ama ona sarıldıkça aşkımın artması gerekirken her sevişmemizde Özkan aklıma geldiği için hızla ondan uzaklaşıyordum. Bu benim için büyük bir çelişkiydi bir insanın geçmişteki yaşamı beni ilgilendirmezdi mantığım bunu kabul ediyordu ama kalbim kabul etmiyordu. Yaşadıkları aşkı kıskanıyordum, kesinlikle kıskanıyordum. Yaşadığım bu çelişkinin tek açıklaması buydu, üniversite yıllarında ben de çoğu zaman Neslihan ile birlikte olmak istemiştim ama her seferinde hayır yanıtını almıştım, o beni birlikte olacak kadar sevmemişti. Dilek ise bir kız sevdiği erkek ile birlikte olmuyorsa daha baştan araya ayrılık koymuştur derdi. Neslihan benimle eşi olacak kadar ileri gidecek bir ilişki yaşamamıştı, ailesinin onayını almadan Eskişehir'e gelemeyeceğini anlatmıştı. Kanser olan Özkan için aynı durum geçerli olmamıştı, Dileğin ailesi hemen ilişkisini bitirmesini salık vermişti ama o bu ilişkiden vazgeçmemiş hasta olduğu için kocasını terk etmemişti. Ona birçok kez Özkan ile evlenmesi gerektiğini anlattığımda; "geçmiş sadece acı verir tek

kurtuluş unutmak ve yeni aşklara yelken açmak" derdi, sonra "sen benim yeni aşkımsın" deyip yanağıma bir öpücük kondururdu.

Yaşam sevinci ile doluydu hayat her zaman yeni fırsatlar sunar diyen bir kadının yaşamdan bu kadar erken kopması acı vericiydi. Ailesi İzmir'e taşınmadan son kez ziyaretlerine gittiğimde kapıda yanaklarımdan iki damla süzülen yaş ile birlikte babası beni karşıladı, kendimi toparlamam gerektiğini sadece iki ay süren kısa bir birliktelik yaşadığımı anlattı. Hayatımda daha uzun yıllar olduğunu zamanla kızını unutacağımı söylerken kendisi de ağlamaya başlamıştı. Bir babanın çaresizliği ve kızını kaybetmenin ne denli büyük bir acı olduğunu ilk kez şahit oluyordum. Kent merkezinden bir saat uzakta olan yeni okuluma giderken serviste başımı pencereye dayayıp anılara dalmıştım. Servisten indikten sonra yüz metre kadar yürüdükten sonra demirden yapılmış oldukça çirkin bir Türkiye haritası beni karşıladı, öğrenciler uzun iş elbisesi giymişti, birçoğu okula geç yazılmış ya da sınıf tekrarı yaptığı için yaşıtları üniversite okuyordu.

Tanıştığım ilk öğretmen edebiyatçı Ercan hocaydı sık sık okul müdürü ile tartıştığı zamanlar oluyordu. Tüm yaz tatilini okul kütüphanesindeki kitapları sayarak geçirmişti. Eşinin alevi olduğunu öğrendiğimde ona Ayten'i anlattım, benzer sorunlar yaşadıklarını ancak zamanla kendisinin kayın pederini ikna ettiğini şu an çok mutlu olduklarını anlattı. Ercan hocanın evlerine ziyarete gittiğimde duvarda asılı saz, yanında bir kılıç ve Hz. Ali ile on iki yoldaşının resimlerinin asılı olduğu bir resim gördüm. Mutluluk için ısrarcı olmak yetiyordu demek ki! Maalesef ben hiçbir ilişkimde ısrarcı olmamıştım. İlk ilişkimde aileme ne kadar istekli olduğumu göstermemiştim. Kardeşim bunu yapmış kesinlikle nişanlısından ayrılmak istediğini hissettirmişti. İkinci ilişkimde ise Ayten'in umutsuz olmasına rağmen ben ondan çok inansam evlenebilme ihtimalimiz olacaktı, sanırım her seferinde kolayı seçiyordum!

Duvardaki saza bakarken dalmıştım, Ercan'ın eşinin arkadaşı bilgisayar öğretmeni de benim gibi yemeğe davetliydi, iki öğretmeni birlikte davet etmişlerdi. Bilgisayar öğretmeni yemek boyunca bana sık sık sorular sordu ancak çok acıktığım için kimi zaman kısa cevaplar verdim kimi zaman da duymamışım gibi davrandım ancak bu şekilde davranmak da çözüm olmamıştı. Bu kez sorularını sormak için Ercan hocayı aracı olarak kullanıyordu, sonunda pes ettim ve yemeği bırakıp sohbete başladım. Zerrin, teknik eğitim fakültesi mezunu olduğunu atama beklediğini anlattı. Sözleşmeli olarak çalışıyordu okulda sürekli panik halinde olup her yere devamlı koşturuyordu. Ziyaretine gittiğim anda öğrencilere bilgisayar öğretmenini sorduğum an da karşı koridorda her zamanki gibi koşturduğunu söylediler. Bu sohbeti tekrarlamamızın ikimiz için de iyi olacağına karar vermiştik.