"BİR ADAM TEMİZ KALPLİ OLSADA
HER GECE DUA ETSEDE
KURT OLDUĞUNDA
VE KANIN KOKUSUNU ALDIĞINDA
AY ONUN İÇİN DOĞAR VE ÇILGINLIK BAŞLAR..."
Tarih: 11 Aralık 4. Çağ 200. Yılı
Köpeğim delice havlıyordu, bize bir şeyler anlatmaya çalışan bir hali, sanki yaklaşmakta olan felaketimizin haberini vermek için çırpınıyordu. Ardından gelen korkunç ulama sesleri ormanda ve gökyüzünde yankı yapmış, her yanı kaplamıştı.
Tull çıldırmış gibi görünüyordu, boynunda ki tasmanın ipini koparıp ormanın derinliklerine doğru koşturdu. Ellerim, ayaklarım bağlı olmasaydı ve tepemde de haydutlar olmasaydı ona engel olmayı deneyebilirdim. Endişeli şekilde, gözlerim çevrede Tull'u arıyordu, dalıp gitmiştim. Kısa bir süre sonra sadık dostumun inleme sesleriyle irkildim.
Anladığım kadarıyla bir şeye saldırıyor, onunla boğuşuyor gibiydi. Bağrışma sesleri kesildikten sonra emindim, Köpeğim Tull öldürülmüştü. Tam o anlarda karşımda enteresan bir şekilde yürüyen oldukça uzun boylu, kaslı, yapılı bir insan silueti gördüğümü sandım.
Meraklı bir haydut meşalesini karanlığa tuttu, ortam aydınlandıktan sonra gördüğüm şey karşısında vücudum adeta buz kesti. İnsan bedeni ile kurt bedeninin birleşmesiyle oluşan bir vücuda sahip, iki ayaküstünde duran bir mağara ayısını andıran korkunç bir mahlûkat.
Kuyruğu ve siyah tüyleriyle bu yaratık sadece bir hayvandan ya da insandan daha fazlası gibi görünüyordu. Ormandan sürüyle çıkageldiler, etrafımızı çevreleyip sardılar. Kudurmuş gibi hırlayıp, kükrüyorlardı. "Sessiz... Ani Hareketler yapmayın, bir arada durursak, korkup kaçacaklar. Onlar sadece hayvan." dedi haydutlardan biri cesaretten mi yoksa çaresizlikten mi bilinmez.
Canavarlar kısa bir süre duraksadılar ve sonra çekildiler. "Belki de adam haklıydı," diye geçirdim içimden. Ama birazdan o şeyler bize haklarında ne kadar yanıldığımızı kanıtlayacaklardı. Haydutlar kutlama yapıp, içip sarhoş olurken canavarların saldırıları ansızın ve hızlı oldu.
Kamp alanı haydutların çığlıklarıyla dolup taştı. Birer birer parçalanıp, sağa sola iç organları saçıldı. Sonra yenmeye başlandılar. Onlar adına üzüldüğümü söyleyemezdim, başlarına gelenleri fazlasıyla hak etmişlerdi.
Saldırı sırasında yere uzandım ve o yaratıkların ölü olduğumu sanacak kadar aptal olmaları için tüm ilahlara dua ettim. Hareketsizce bekledim ve hatta nefesimi bile tuttum. İşe yarıyordu, Haydutların cesetleriyle meşgul olan canavarlar varlığımı fark etmediler. Beslendikten sonra ayrıldılar. Uzun süre nefesimi tuttuğum için baygınlık geçirmiştim.
Kendime geldikten sonra, ellerimi ve bacaklarımı çözdüm. Onları kandırıp, kurtulduğumu düşündüğüm sırada, gizlendiği gölgelerden çıkıp karşımda belirdiğinde ne olduğunu anlamam uzun sürmüştü. Kan kırmızısı gözleri, Skyrim'in gecesi kadar siyah bir kürkü, sivri dişi kıskandıracak kadar keskin dişleri ve et kancası gibi pençeleri ile karşımdaydı.
Bir el hamlesiyle bedenimi savurup yakındaki bir ağacın gövdesine yapıştırdı. Göğsümde pençesiyle açtığı yaradan kanım ve onunla birlikte sefil hayatım bir volkan gibi fışkırıyor, bir şelale gibi akıyor, ruhum bedenimden ayrılıp, Sovngarde'ın uzak diyarlarına göçmek için yalvarıyordu.
Ölümüm yakındı. Yanıma yaklaştı ve gözlerimin içine doğru baktı ve sonra devasa ağzını açıp beni ısırdı. İlginç... Uyuyakalmışım ve hiç kâbus gördüğümü hatırlamıyorum. Kafamda net olarak hatırladığım tek şey canavarların kampa saldırdıklarını, dişlerini ve pençelerini haydutlara geçirdiklerini, arkalarında kan gölü bırakarak gittiklerini ve ardından onlardan biri tarafından öldürüldüğümü hatırlıyorum.
Kendi ölümümü o canavarın üzerime çöküşünü, zar zor nefes alırken hala yanağımdaki toprağı hissedişimi ve gözlerimin son kez canavarınkiyle buluştuğunu ve ardından güçlü çenesiyle beni parçalayışını hatırlıyorum.
Öldüm mü? Fakat öldüysem nasıl vücudumdaki kaslarımı hissedip, yakınımdaki onlarca haydudun leşlerinden gelen kokuyu alıp, nasıl kuşların sesini duyuyorum? Nasıl yumruğumu sıkabilir ve gözlerimi açıp gökyüzünü ayırt edebiliyorum. Ve eğer hayattaysam nasıl kurtuldum ve neden?