webnovel

SOUL, BODY AND SILICON

I am still in the correction phase right now. I can assure you that I will translate this novel to English, as soon as I have enough free time.

Tobkar · Sci-fi
Not enough ratings
8 Chs

UÇURUMDAKİ FISILTI

 Alhsom ve arkadaşları, okul yönetimine isyan planlarını ancak bir hafta sonra devreye sokabilmişlerdi çünkü araya sınavlar girmişti. Evet, hayatları böyle tehlike altındayken sınavlarla uğraşmaları anlamsızdı ama içinde yaşadıkları dünyada hayatta kalabilmeleri ya da en azından insan gibi yaşayabilmeleri için bunlarla da uğraşmak zorundaydılar. Sonuçlar açıklandığında hepsi de önceki sınavlara göre daha düşük sıralarda yaptıklarını fark ettiler ama notları birbirlerine çok yakındı. Muhtemelen robotlaştırıldıkları ve sadece sınava odaklandıkları için herkes çok yüksek ve benzer notlar almışlardı. Her şeye rağmen Misa ortalarda, onlarla yarışıyordu. Alhsom onun biraz gerisindeydi. Gille, Lina ve Irina ise maalesef sıralamanın en sonunda yer alıyordu. Bu sınavlardan iyi sonuç almanın önemi biraz da dikkat çekmemekte yatıyordu. O yüzden bu üçü, sınav sonuçlarından dolayı yakayı ele verirler diye çok korkmuşlardı. Neyse ki diğerleriyle aralarında çok puan farkı olmadığı için bir şekil yırtacaklarını düşünerek korkularını yendiler. Sağ salim sınav dönemini atlatmışlar ve artık isyan zamanıydı.

 Polise gösterdikleri videolara ek olarak bir de öğretmenlerin ders anlatma şeklini gizlice kaydettiler, üstelik okul kantiniyle bile röportaj yaptılar. "Artık kimse buraya gelmiyor, herkes evden besin hapı getiriyor, batmak üzereyiz." diyordu adam. Ardından bunları Andy'nin güvencesinde, anonim bir şekilde, çeşitli internet sitelerinde yayınladılar. Bu sayede Dünya'nın dört bir yanından onlara yardım etmek isteyen bir sürü insanla tanıştılar. Sürekli, farklı mecralarda ellerindeki kayıtları paylaşarak haberleri geniş kitlelere yayıyorlardı. Bu kayıtlarla birlikte birçok basın mensubuna da ulaşmışlardı fakat tabii ki de hiçbiri onlarla bu konuda işbirliği yapmaya sıcak bakmıyordu. Anahtarları ele geçirme işiyse biraz daha meşakkatli olmuştu. Kulüp anahtarları en üst kattaki müdürün odasında dururdu. Aptal adam, eğer evine dönmüyorsa asla kapısını kitlemezdi. O yüzden, yemeğe gitmesini beklediler ve kapı aralığından anahtarın üç boyutlu fotoğraflarını çekip geri döndüler. Böylece içerideki kameralara da yakalanmamış oldular. Sonra da fotoğrafları yazıcıyla çıkartıp kalıba dökerek anahtar şeklini elde ettiler. Artık kimse kontrol etmediği için kulüp odalarına ve spor salonlarına hiçbir sorun yaşamadan istedikleri gibi girip çıkabiliyorlardı. Tam da her şey mükemmel gidiyorken bir gün düşmanlarının gerçek gücüyle karşılaştılar. Bir sabah, yine her zamanki gibi bir araya gelip sosyal medya hesaplarını kontrol ettiklerinde, paylaştıkları görüntülerin artık resmi haber sayfalarında da yayınlandığını fark ettiler. İlk başta başardıklarını zannedip çok sevinmişlerdi fakat haberlerin başlıklarını gördüklerinde; sevinç yerini şaşkınlığa ve hayal kırıklığına bırakmış, haftalardır çabalayıp yüksek tuttukları moralleri bir anda düşmüştü: Tyronfield Lisesinde Öğrencilerden Skandal Eşek Şakası, Tyronfield Lisesinde Asılsız İftira.

"Ne?!" diye bağırdı Irina ve Gille aynı anda. "Bu salaklar ne saçmalıyor?"

Haberi biraz daha ayrıntılı incelediklerinde, müdür yardımcıları Freddie'nin bir televizyon programına konuk olduğunu gördüler. Oturup programa biraz göz attıklarında, kendisine medya uzmanı diyen bir şarlatanın görüntülerin yapay zekâ tarafından üretildiğini ve öğrencilerin de bu videoları ama şaka ama okul yönetimine iftira atmak amaçlı kullandığını savunduğunu gördüler. Bu iddialar yeterince rahatsız edici değilmiş gibi bir de röportaj yaptıkları kantinciyle bir röportaj da onlar yapmıştı. Adam, satışları düştüğü için şakasına öyle bir röportaj verdiğini fakat video kesilip montajlanarak söylediklerinin çarpıtıldığını savunuyordu. Neyse ki öğrencilerin ismi ve yüzleri sorulduğunda hatırlamadığını söylemişti. Halbuki onları tanıyordu. Belki de zorla yalan söyletilmiş ve çocukların başlarını yakmak istememişti. Herkes birbirine şaşkın gözlerle bakıyor ve bir umut kırıntısı arıyordu. Haklı bir dava uğruna verdikleri mücadelenin böyle basitçe ve hiçbir delil göstermeden yalanlanması hepsinin tepesinin tasını attırmıştı ama vazgeçmek de istemiyorlardı. O umut kırıntısı ilk olarak Lina'dan geldi:

"Olsun ya! Günümüzde, ana akım medyanın dezenformasyonla dolu olduğunu bilmeyen yoktur zaten." dedi ortamın gerginliğini yumuşatmaya çalışarak. "Önemli olan sosyal medyada bize güvenen yüzlerce insan. Şimdi onlardan yardım isteyeceğim." 

Ne yazık ki kendisine gelen mesajları kontrol ettiğinde Lina bir şoke daha yaşadı. Bir sürü troll ve sahte hesap konu hakkında atıp tutmuş ve onca bilgi kirliliği içinde gerçeklerin bulanıklaşmasına neden olmuşlardı. Paylaştıkları videoları bile yapay zekayla değiştirerek tekrar paylaşan insanlar vardı. Şu anda sosyal medya mecralarında gördükleri kare, televizyon programında ortaya atılan iddiaları haklı çıkarır cinstendi. Lina bile artık kendisini daha fazla tutamayıp sinirle telefonunu yere fırlattı. Koruyucu ekran işini yapmıştı.

"Yeter!" diye bağırdı. "Her seferinde ümitli olmaya çalışıyorum ama artık daha fazla dayanamıyorum. Neden kimse gerçekleri görmüyor?" 

Misa hemen onu sakinleştirmek için Lina'nın üstüne atıldı. Eğer okul idaresi duyarsa işleri biterdi. "Tamam canım, lütfen sakin ol. Bunlar, üç beş sahte hesap. Merak etme, orada bir yerlerde bizim haklı olduğumuzu bilen birileri illaki vardır."

"Haklı olmak yeterli değil." dedi Alhsom. "Daha güçlü olmamız gerek."

"Arkadaşı hacker olan sensin." dedi Misa. "Git, bir şeyler yap o zaman."

Alhsom cevap vermedi. Zaten bir şey de yapamazlardı. Bu nedenle, bir süreliğine konuyu kapatıp dikkat çekmeden yeni gelişmeleri beklemeye karar verdiler. İnternetten insanlarla en çok konuşan kişi Lina olduğu için bir gelişme olursa diye ondan haber bekliyorlardı. Yine bir pazartesi günüydü ve Alhsom derse geç kalmıştı. Artık hocalar kafa ütülemiyordu; on dakikadan az geç kaldıysa görmezden geliyorlar, on dakikadan fazla olduysa derse almıyorlardı. Yerine oturdu, ders geometriydi. Hocanın şu anki haliyle artık daha da sıkıcı bir hale gelmişti. Alhsom elini kaldırdı, "Buradaki dörtgenin alanını nasıl buldunuz? Bir daha anlatır mısınız?" dedi. "Sessiz ol!" demekle yetindi adam sadece. Alhsom zaten cevaplamasını beklememişti. Artık ne öğrenciler öğretmene ne de öğretmen öğrencilere soru soruyordu. Zil çaldığında Lina'nın yanına gittiler. "Bizim videolar ne âlemde?" diye sordu Alhsom. Lina cevap vermedi, sadece yüzüne boş boş bakmakla yetindi. "Lina, iyi misin?" Alhsom gerilmişti. "İyiyim." dedi. Alhsom ve Gille, şaşkınlık ve korku içinde bir ifadeyle birbirlerine baktılar. Sesi…

"Lina! Videolar, sana mesaj atan insanlar… Hatırladın mı?"

"Neyden bahsettiğini bilmiyorum. Ben internetten insanlarla konuşmam, ayrıca."

"Nasıl konuşmazsın!" bir müddet duraksadı "Adım ne benim?" bağırarak konuşmaya başlamıştı.

"Bilmiyorum."

"Biliyorsun, adım ne benim?!"

"Alhsom, sakin ol." dedi Gille. Alhsom aldırmadan devam etti:

"Hatırlamaya çalış, senin kitapçına gelmiştim hani."

"Ben kitap okumam. Kitaplar; insanların kafasını zehirli düşüncelerle doldurur, onları yanlış eylemlere yöneltir, boşluk hissi yaratır hatta insanları intihara sürükler."

Alhsom iyice sinirlenmişti, yüzünün yer yer kızardığı dışarıdan belli oluyordu "Ne anlatıyorsun amına koyayım!" elleriyle kızın omuzlarından yakaladı. Kız hala tepki vermiyordu. "Kendine gel, lütfen, kendine gel. Artık daha fazla insanın gitmesini istemiyorum." Bunu gittikçe kısılan bir sesle söylemişti, sanki tüm enerjisini bağırdığı anda tüketmişti. Misa, Alhsom'u kolundan çekip oradan uzaklaştırdı. Güç uygulanınca Alhsom da Lina'nın omzunu bırakmıştı. "Sakin ol." dedi. "Bu yaptığın hiçbir işe yaramayacak. Kızı rahat bırak."

Nefes nefese kalmış bir şekilde "Şu Freddie piçini bir elime geçireyim…" dedi Alhsom.

"Ne yaparsın?"

Herkes bir anda kapıya baktı. Gelen Freddie'den başkası değildi. 'Şansıma bak.' diye geçirdi içinden Alhsom. Daha dış görünüşünden adamın nasıl bir dalkavuk olduğu belli oluyordu. Şişman, takım elbiseli, kel ve badem bıyıklı; suratında aptal bir gülümseme, kalın kaşlar…

"Saygı Alhsom. İnsanların yerini bilmesi ve üzerine düşen görevi yerine getirmesi için gereken motivasyon, saygı. Bakıyorum ki sen bu motivasyonu kaybetmişsin. En yakın zamanda annen okula gelsin, bu konu hakkında konuşalım."

"Ne yapacaksınız? Beni okuldan mı attıracaksınız? Hah, bu benim için kurtuluş olur." dedi Alhsom öfkesini koruyarak.

Freddie histerik bir şekilde güldü. "Hala saygısızlığını koruyorsun demek. Okuldan attırmak mı? Sizin yerinizde olmak isteyen kaç öğrenci var biliyor musun? Sizler seçilmiş öğrencilersiniz. Hiçbiriniz, hiçbir yere gitmiyorsunuz ve burada olduğunuz sürece buranın kurallarına uymak zorundasınız. Bizim görevimiz de eğitimciler olarak sizi bu kurallara uyacak şekilde eğitmek. Kopardığınız yaygarayı duyunca tam da bu konu hakkında konuşmak istedim. Ne oldu? Olması gereken kişiye dönüştüğü için arkadaşınıza mı kızıyorsunuz?"

"Olması gereken kişi mi? O zaten harika biriydi." dedi Misa sesi titreyerek. Kendini daha fazla tutamamıştı. "Bu kaybettiğim kaçıncı arkadaşım, siz biliyor musunuz? Niye bir şey yapmayı reddediyorsunuz? Lütfen, bize yardımcı olmanızı istiyoruz sadece."

"Yardımcı olmak mı, ne konuda? Birtakım söylentilerin döndüğünün ben de farkındayım ama hepsinin asılsız olduğu ortaya çıktı. Polisler, memurlar, hepsi doğruladı; bir sorun yok ama görünen o ki bir grup öğrenci ortalığı karıştırmak ve okulumuzun adını kötülemek için uğraşıyor. İnternet sitelerine yüklenen o videoları biz de gördük. Olayları nasıl çarpıttıklarını, hatta kantinciyi bile konuşması için zorladıklarını… Neyse ki yetkililere bu videoların asılsız olduğunu kanıtladık ve hepsi kaldırıldı. Bu videoları yükleyen hesaplarsa inceleme altına alındı. Eminim böyle bir suç, cezasız kalmayacaktır. Sizin haberiniz var mı bu videolardan? Belki, sizin için o kadar hizmet vermiş okulunuza biraz yardımcı olmak istersiniz."

Misa da Gille de şaşkınlık içinde bir surat ifadesiyle müdür yardımcısının anlattıklarını dinliyordu. Alhsom'un ise diğerlerinin aksine öfkesi gözlerinden okunuyordu. "Hayır, ilk defa sizden duyduk." dedi dişlerini sıkarak. Çaktırmamak için çok uğraşsa da Freddie zaten her şeyi biliyormuş gibi davranıyordu.

"İşimizi doğru yapıyor olmamız, birilerinin zoruna gitmiş demek. Söylesenize, polis de devlet de bizim yanımızdayken hâlâ niçin uğraşıyorlar? Kazananın en baştan belli olduğu bir savaş bu." Freddie, rahatsız edici bir şekilde sırıtıyordu.

"Bunu o videoları yapanlara sormanız daha doğru olur ama şahsen ben, sonunda kaybedeceğimi bilsem bile çabalamayı tercih ederim. Bence bu, hiçbir şey yapmadan kaçınılmaz sonu beklemekten daha iyidir." dedi Alhsom gözlerini kısarak.

"Hmm... Neyse, yardımınız için teşekkürler. Bir daha arkadaşlarınızı rahatsız etmeyin tamam mı? Ve Alhsom. Annenle saygı konusu hakkında konuşacağız, unutma."

Alhsom sadece kafa sallamakla yetindi. Freddie gittikten sonra konuşmaya başladı:

"Alçaklar! Tam da düşündüğüm gibi. Devlet de onların yanında ve her şeyi biliyorlar." Freddie'nin tekrardan duymasından korkup bunu kısık sesle söylemişti.

"Şimdi ne yapacağız?" dedi Gille.

"Ben gidiyorum." dedi Alhsom. "Aklı olan kaçar." Ardından eşyalarını toplayıp dışarı çıktı. Öğretmenler de zombileşmişti sonuçta, kimse bir şey anlamadan kaçıp gidecekti. Gille, arkasından bağırsa da aldırmadı. Dışarı çıktıktan sonra seri adımlarla eve yürümeye başladı. Başarısız olmuşlardı, onlar da diğerlerinin arasına katılacaktı ve bundan kaçış yoktu. Belki okula gitmeyi reddedip evde saklanabilirdi ama dönüşüm çoktan gerçekleşmiş ve etkileri henüz başlamamış da olabilirdi. Koca bir devlet karşısında ne yapabilirlerdi ki? Videoları silinmeden başka ülkelere ve özgür platformlara ulaştırabilirlerdi ama bunu tek başlarına yapamazlardı. Daha underground örgütlerle iletişime geçmeleri gerekirdi. Alhsom kendini çok çaresiz ve güçsüz hissetti. Kaybolduğunu fark ettiğinde bu his daha da artmıştı. Kafasında düşüncelerle koştururken yanlış bir sokağa sapmıştı ve şimdi binaların arasında, karanlıkta durmaktaydı. Burası aynı Concord City'nin suç kaynayan ara sokaklarına benziyordu. Etrafa bakınıp yolunu bulmaya çalışırken kaldırımda oturan yirmili yaşların başında olduğunu tahmin ettiği üç kişi gördü. Üçünün de üstü başı dağınıktı. Biri koyu tenliydi, kaşlarına kadar gelen siyah saçlara ve kirli sakala sahipti. İki kolunu da boydan boya kaplayan, ne olduğu anlaşılmayan dövmeleri vardı. Diğerinin daha tombul bir suratı vardı ve yanağında kulağından çenesine kadar uzanan bir yara izi vardı. Sonuncusu sarı saçlıydı ve aynı ilk adam gibi kirli sakalı vardı. Onun da kolundaki dövmeler dikkat çekiyordu. Alhsom, bu soğukta neden bu kadar açık giyindiklerini sorguladı. Alhsom'u görünce üçü birden ayağa kalktı ve ona doğru yürümeye başladılar.

"Ne oldu yolunu mu kaybettin?" dedi siyahi olan.

"Yaşına bakılırsa öğrenci olmalısın. Niye okulda değilsin? Yoksa asi ergen okuldan mı kaçtı?" dedi yara izli adam.

Alhsom cevap vermedi. Yavaşça gerileyerek kaçacak yer aradı ama hangi yolun ana yola çıktığını bilmiyordu.

"Umarım yanında nakit vardır." dedi yine yara izli. "Parmağını kesmek zorunda kalmayı istemeyiz." Hepsi de bozuk bir sokak ağzıyla konuşuyordu.

"Hayır hayır, kartımın parmak izi doğrulaması yok. Cidden, şifreyi yazıyorsun ve bitiyor. Ayrıca nakit de var yanımda. Lütfen bana zarar vermeyin." dedi Alhsom. Ne kadar da zayıf duruma düşmüştü. Az önce müdür yardımcısına kafa tutarken şimdi canı için yalvarıyordu. Güçsüz olduğunu biliyordu fakat bunu hatırlamaktan ve hatırlatan durumlardan nefret ediyordu. Cebindeki az miktarda nakiti uzattı. Concord City'de bunlar çok kullanılmıyordu ama New Tyro'ya gelirken lazım olur diye bir miktar yanına almıştı. Onlar paraları sayarken o da kaçacaktı, o an için aklına gelen en iyi plan buydu. Kartını veya telefonunu kaptırırsa bu felaket demekti. Üçüncü adam Alhsom'un elindeki paraları çekip aldı, ardından Alhsom bir anda kaçmaya başladı. "Hey, bekle!" diye bağırdı adam. Ardından üçü de onun peşine düştü. Alhsom nereye kaçacağını bilmiyor, rastgele koşturuyordu. Peşindekilerse ona gitgide yaklaşıyordu. Koşarken telefonuna acil numarayı aramasını söyledi. Daha telesekreteri dinlemeden nefes nefese ve kesik kesik konuştu: "Peşimde… üç kişi… Hayır, nerede olduğumu bilmiyorum. Çabuk gelin. Zaman yok!" Bir an için arkasına bakma hatasında bulundu ve o sırada ayağı bir taşa takıldı. "Siktir!" dedi sesli bir şekilde. Telefon yere çarptığı gibi kapandı. Son şansı da elinden kayıp gitmişti. Gps'ten yerini bulabilirlerdi ama zamanında yetişmeleri imkânsızdı. Yardım etmeleri için bağırdı fakat etrafta kimse yoktu. Ardından siyahi adam onu yakasından tuttuğu gibi kendine doğru çekti ve suratına bir yumruk yapıştırdı. Bu yumruk zaten aklı allak bullak olan Alhsom'u sersemletmeye yetmişti. İkinci yumruğu tutmaya çalıştı fakat yara izli adam kollarını yakalayarak buna izin vermedi. Alhsom; tekmeler savurdu, onu tutan kolları ısırmaya çalıştı ama nafile. Üç kişiye karşı hiçbir şey yapamazdı. Ardından, son anda beşinci bir kişinin yanlarına doğru geldiğini gördü. Evet, yanılmıyordu. Bu onu sürekli takip eden adamdı. Uzun, beyaz saçlar ve aynı takım elbise. Hiç konuşmadan Alhsom'un kollarını tutan adamı kendine çekti ve yandaki binanın duvarına yapıştırdı. Adam tek harekette bayılmıştı. Herkes şaşkınlıkla bakıyordu. Dış görüntüsünden beklenmeyecek bir performans göstermişti. "Seni alçak! Bu veledin velisi misin yoksa? O zaman önce senin işini bitireceğim." dedi Alhsom'u tutan adam ve Alhsom'u yere bıraktı. Alhsom'un hareket edecek gücü kalmamıştı bu yüzden öylece yatarak olanları izlemeye başladı. Bu sırada adamın yüzünü yakından inceleme fırsatı olmuştu. Güneş gözlüğünü çıkarmıştı, zaten onu takarken kavga etmesi saçma olurdu, tek gözünün yerinde ince metal plakalarla monte edilmiş robotik bir göz olduğunu fark etti. Göz, karanlıkta masmavi parlıyordu. Alhsom o an adamın neyi saklamak istediğini anladı. O bir cyborg'tu. Kullandığı implantlara, sadece çok nüfuzlu şirket yöneticileri, ajanlar ve ordu ulaşabilirdi. Her hâlükârda bu adam önemli bir kişi olmalıydı. Beyaz saçlı, yine konuşmadan ve kararlı bir şekilde diğer ikisinin üzerine yürüdü. Akabinde en yakındaki adamın savurduğu yumruğu çevik bir hareketle yakalayıp kolunu çıkardı. "Pekâlâ. Bunu sen istedin." dedi yara izli adam ve cebinden bir bıçak çıkardı. Siyahi olan da hâlâ sağlam olan koluyla başka bir bıçak çekti. Ardından ikisi de aynı anda üzerine koştular. Beyaz saçlı kollarını göğsüne kavuşturdu ve iki bıçak da öndeki koluna denk geldi. "Bu nasıl olur?" dedi yara izli. Bıçaklar saplanmamış, kan bile çıkmamıştı. Bir daha savurdu ama nafile. Bıçak kesmiyordu. Üçüncü savuruşta yine ikisi aynı anda saldırmıştı. Beyaz saçlı, birini eliyle yakalarken diğerini yine koluyla savurdu. Ardından bıçakların ikisini de uzağa fırlattı. Sonrasında ne olduğunu Alhsom göremedi. Çünkü yediği dayaktan olsa gerek gözleri karardı ve her ne kadar istemese de uyuyakaldı. Uyandığında gözlerini yatağında açtı, evindeydi. Annesi ona bakıyordu.

"Sonunda!" dedi ve gözyaşlarıyla ona sımsıkı sarıldı.

"Dur, çocuğu çok sıkma." dedi bir ses gülerek. Bu ses Kerem'e aitti.

"Alhsom, nerelere gittin sen? Müdür yardımcısıyla konuştum. Ufak bir tartışma yaşamışsınız, sonra sen de sinirlenip okuldan kaçmışsın. Sonra da olmadık yerlerde bulmuşlar seni. Tanrıya şükür, Kerem seni buraya getirdi."

"Kerem mi?" dedi Alhsom yorgun bir sesle.

"Evet." dedi Kerem. "Acil servis; seni, yanında üç kişiyle beraber, baygın bir hâlde bulmuş. Şans eseri ben de oralardaydım sesleri duyunca polislerin peşine takılmıştım. Aramayı kimin yaptığı konusunda kafaları karışmış gibiydi. Onlara bir lise öğrencisinin tabi ki de mağdur durumda olacağını anlattım ama gerçekten üçünü de tek başına haklayabilmiş olman hepimizi şaşırtmıştı. Neyse ki onları nefsi müdafaa olduğuna ikna ettim, tabii henüz 18 yaşını doldurmamış olmanın sayesinde mahkemeyle uğraşmamıza gerek kalmadı."

"Üçünü de haklamak mı?" dedi Alhsom şaşkınlıkla.

"Saçmalık!" dedi annesi. "O sokağa neden kamera koymazlar ki?"

"Sana kaç defa söyledim hayatım. Sokak çetelerinin çoğu daha büyük birimlere bağlıdır. Bu birimler, devlet tarafından izinlidir ve onların pis işlerini yaparlar. Kimse onları karşısına almak istemez. Bu yüzden vakalar genelde delil yetersizliği nedeniyle görmezden gelinir."

'Delil yetersizliği' diye düşündü Alhsom. "Kerem, sen o adamı…"

"İnanılmaz!" Sözünü bitirmesine izin vermemişti. "Sen bu kadar güçlü olduktan sonra annenin hiçbir şeyden korkmasına gerek yok. Okuldaki kızlara anlatmalısın bu hikâyeyi. Ne kadar popüler olacağını hayal et. Tek başına 3 serseriye dersini veren Alhsom!" Alhsom'a göz kırptı. Alhsom onun bir şeyleri bildiğini sezmişti.

"Kerem, yeter." dedi annesi. "Onu gaza getirme, bir daha başını belaya sokmasını istemiyorum."

"Telefonum." dedi Alhsom.

"Sakin ol. Burada ama tamir edilmesi gerekiyor, ekranı kırılmış. Neyse biz seni yalnız bırakalım biraz dinlen." dedi Kerem ve annesini de alıp odadan çıktılar. Kerem acaba o adamı görmüş müydü? Alhsom sormayı düşündü ama uğraşmak da istemiyordu. Şu an sadece dinlenmek istiyordu. Zaten telefonunu da kullanamazdı. Ne kadar süredir baygın olduğunu bilmiyordu ama başı çok ağrıyordu. Yüzünü yıkamak için tuvalete gitti. Aynaya baktığında yüzünü inceleme fırsatı buldu. Sol gözünün altında büyük bir morluk vardı ayrıca kollarındaki kızarıklıkları da yeni fark etmişti. Hiçbir tepki vermeden tuvaletten çıktı. Bu sabah ne yaşamıştı? Umurunda değil gibiydi. Hiçbir şeyle uğraşmak istemiyordu. Ertesi gün okula gitmedi, zaten olabildiğince gitmemek istiyordu ancak bunu uzun süre devam ettiremezdi. Sınıfta kalmak istemiyordu, annesinin çenesiyle de uğraşmak istemiyordu. Ucunda akılsız robotlara dönüşmek olmasına rağmen tüm bunlarla uğraşmak istemediği için gitmek zorundaydı. Çarşamba günü tekrardan okulun yolunu tuttu. Acaba bu sefer kimi kaybetmişlerdi. O gün okuldan kaçtığından beri kimseyle konuşmamıştı. Belki de geriye bir tek kendisi kalmıştı. Belki de çoktan aklını kaybetmiş ama farkında değildi. Tüm bu düşüncelerle sınıfa daldı, onu gören Gille ve Misa anında yanına geldiler.

"Nerelerdesin sen?!" dedi Misa. "Ne kadar endişelendiğimizden haberin var mı?"

"Seni o kadar aradık, telefonun kapalıydı." dedi Gille.

"Pardon, telefonum tamire gitti."

"Gözüne ne oldu senin?" dedi Misa, Alhsom'a daha da yaklaşarak. Elini morluğun üzerine koydu. "Sen kavga mı ettin? Yoksa bunu o Freddie denen herif mi yaptı?"

"Sakin ol. Bunun onunla alakası yok. Okuldan çıktıktan sonra kayboldum ve sokak çetelerinin saldırısına uğradım."

"İçim çok rahatladı ya." dedi Misa endişeli yüz ifadesiyle.

"Onlardan kurtulmayı nasıl başardın?" dedi Gille şaşkınlıkla.

"Beni takip eden o adam bana yardım etti. Neden bilmiyorum ama etti işte. Tam hepsinin işini bitirmiştik ki bir tanesi arkadan gelip kafama sert bir cisimle vurdu. Sonrasını hatırlamıyorum"

Böylesi hem Kerem'in hikâyesinden daha gerçekçiydi hem de Alhsom'u ezikmiş gibi göstermiyordu.

"O adamla birlikte sırt sırta dövüştünüz yani?" dedi Misa tek kaşını kaldırarak.

"Evet. Kendo eğitimleri ne işe yarıyor sanıyorsun?"

"Adam peki. Sana neden yardım etmeye gelmiş, hiç konuştunuz mu?" dedi Gille.

"Hayır, ağzını hiç açmadı ve niye bana yardım ettiğine dair hiçbir fikrim yok. Ben bayıldıktan sonra da ortadan kaybolmuş zaten."

"Tipi neye benziyor bu adamın tam olarak. Yakından görme fırsatın olmuştur."

"Daima soluk renkli bir takım elbise giyiyor. Uzun, karışık, beyaz saçları var. Saçıyla pek ilgilenmiyor belli ki ama niyeyse sakallarını düzenli olarak tıraş ediyor olmalı. Normalde hep güneş gözlüğü takıyordu ancak son seferde gözlük takmamıştı ve tek gözü… -bir süre hangi kelimeyi kullanması gerektiğini düşündü- aynı bir cyborg'lardaki gibi ışıl ışıl parlıyordu. Güneş gözlüğünü o gözü saklamak amacıyla kullanıyor olmalı."

"Cyborg mu?" dedi Misa gülerek. "O güçte implantları sadece ordu ve istihbaratın kullamasına izin var. Ordu ya da istihbarat bizi neden takip etsin ki? Kafana aldığın darbe biraz fazla sertti herhalde." Bu alaycı tavrı aslında ortamı yumuşatmayı amaçlıyordu.

"Çok komik. Devlet, insanları daha kolay kontrol edebilmek için robotlara dönüştürüyor ve sen buna mı şaşırıyorsun? Ayrıca ordudan olmayabilir."

"Bundan artık eminsin yani?" dedi tek kaşını kaldırarak.

"Evet, eminim. Taşlar artık yerlerine oturmaya başladı. Söylesene, ben yokken yeni vaka ortaya çıktı mı?"

"Şey… Sanırım bizim haricimizde bir tek Irina ile Rodney kaldı." dedi somurtarak.

"Herkes mi?.." Bu kadarı gerçekten fazlaydı.

"Evet, herkes. Teneffüslerde koridora, bahçeye çık bak. Bomboş."

Birden "Alhsom." dedi Gille. "Şu adamı ben de gördüm. Hatta Irina ile birlikte yürüyorduk. İlk o fark etmişti. Aynı senin gibi takip edildiğimizi söyledi ve arkamızı dönüp baktığımızda onunla göz göze geldik. Hiçbir şey yapmadı, biz ona bakarken bize bakmaya devam etti ve sonra da ortadan kayboldu."

"Duydun mu Misa? Aynı bize olduğu gibi." dedi Alhsom.

"Bir kere de markette denk gelmiştik" diye devam etti Gille. "Ona beni niye takip ettiğini sordum. Sadece gülümseyip yanımdan uzaklaştı."

"Bu adamın bana ayrı bir takıntısı olmalı ama belli ki tek derdi ben değilim. Hepimizi de takip etmesi tesadüf olamaz. Bir şeyler biliyor olmalı, belki bize yardım edebilir." 

"Peki, onu nasıl bulmayı düşünüyorsun?" dedi Misa.

"Bulmayacağım. İhtiyacımız olduğunda, o bizi bulacak. Aynı o gün olduğu gibi."

"O kadar çaresiz duruma düştük demek."

"Öğle arası Irina ve Rodney'i de çağırın. Bu konuyu konuşalım."

 Öğle arası geldiğinde; Alhsom, Gille, Mitsu, Irina ve Rodney bahçeye inmişlerdi. Hatta Andy'nin hologramı da onlarla birlikteydi. Erkekler yurdunun önüne geldiler. Alhsom orada tekrardan beyaz saçlı adamla olan maceralarını ve planını anlattı.

"O adam ha? O şerefsiz sürekli kapının dışarısından okulu izlerdi. Bir keresinde, Dusty'yi gezdirmek için dışarı çıktığımda peşime takılmıştı. O gün gerçekten suratının ortasına yumruğumu yapıştırmak istemiştim." dedi Rodney.

"Egonu tatmin etmek için mi?" dedi Misa.

"Andy, okulumuzda dönen olaylar hakkında ne buldun? Başka okullarda da oluyor muymuş bu tarz vakalar?" dedi Alhsom onları umursamadan.

"Maalesef hiçbir şey bulamadım. Geçmişte bazı tarikatlarda bu tarz uygulamalar yapılmış. Çeşitli yöntemler ve uyuşturucular kullanarak insanları her emre uyan kölelere dönüştürmüşler ama okullara uygulanan böyle bir uygulamaya hiç rastlamadım."

"Şu kapının ardında…" dedi Alhsom eliyle erkekler yurdunu göstererek. "…bir şeyler var. O ilaçlama personellerinin masum olmadıklarını biliyordum. Çalışmaya mı geliyorsunuz yoksa cadılar bayramı partisine mi? Her ne yapıyorlarsa aletlerini orada saklıyor olmalılar."

"İçeri girelim, kapıyı kıralım." dedi Rodney.

"O iş o kadar kolay değil. O kapı büyüyle mühürlü ve açmaya çalışırsanız bu sizin sonunuz olur." dedi kuru ve soğuk bir ses okul kapısının ardından.

Herkes dönüp sesin geldiği tarafa baktı. Bu, o beyaz saçlı adamdı. "Sen!" dedi Rodney ve hemen kapıya koştu. Ardından kapının demirlerinin arasından adamın yakasını yakaladı.

"Bu sefer kaçmana izin vermeyeceğim. Neyin peşindesin? Her şeyi anlatacaksın."

"Rodney, bırak onu!" diye bağırdı arkasından Gille.

"Yine çok fevri davranıyorsun Rodney." dedi adam.

"Öyle mi? Beni tanıyorsun demek."

"Hepinizi tanıyorum."

Rodney'nin bu konuda çok da iyi olmadığını fark eden Alhsom konuşmaya katıldı: "Bak yabancı. Burada neler döndüğünü bildiğinin farkındayız…"

"Sonunda anlayabildiniz demek." dedi sırıtarak. Bu tavrı Rodney'nin yakasını daha da sıkı tutmasına yol açmıştı.

"Senden yardım istiyoruz. Bana o gün niye yardım ettiğini bilmiyorum ama belli ki hepimizle bir derdin var. Lütfen, neyin peşinde olduğunu söyle."

"Geriye bir tek siz mi kaldınız?"

"Evet." dediler hep bir ağızdan.

"İlk ilaçlama yapılalı ne kadar oldu?"

"Gördünüz mü ilaçlamanın bununla alakalı olduğunu biliyordum işte." dedi Alhsom yanındakilere bir zafer edasıyla bakarak. Alhsom'un bunu cevabı bilmediği için yaptığını fark eden Gille konuşmayı devraldı:

"Şu anda okulun 13. haftasındayız. İlk ilaçlama ilk haftanın sonunda yapılmıştı yani 12 hafta."

"Yalnızca üç ayda bunu başardılar demek. Yanlış anlamayın, onları hafife almıyorum. Sadece planlarının bu kadar kusursuz işleyebileceğini düşünmemiştim. Ailelerinizin salaklığından olsa gerek. Alhsom, annen veli toplantısına gitmiş miydi?"

"Şu, herkesin katılmasının zorunlu olduğu toplantı mı? Annemin o gün fazladan mesai yapması gerekiyordu. Ondan gidememişti."

"Pazar günü mü?" dedi Misa.

"Evet, niye bilmiyorum. Kerem, şey patronu, acilen ona ofiste ihtiyaç olduğunu söylemiş."

"Peki, anneni hiç okula çağırdılar mı Alhsom?" dedi yine yabancı.

"Evet de neden sordunuz ki? Okuldan kaçtığım gün, müdür yardımcısı bir tartışma sonucu annemle görüşmeye karar vermişti."

"Şimdi anladın mı gerçekte neden annenle görüşmek istiyor?"

Alhsom kafası karışmış bir şekilde adamın gözlerine daha doğrusu güneş gözlüğüne baktı. "Sanırım anlıyorum."

"Pek öyle durmuyorsun." dedi yabancı. "Şimdi dediklerimi dikkatle dinleyin. Ben arkadaşlarınıza 'ruhsuzlar' diye sesleniyorum. Onlar artık duygularından ve muhakeme yeteneklerinden arındırılmış robottan farkı olmayan insanlar. Bu yüzden ruhlarının çalındığını düşünmek yanlış olmaz. Tabii siz ruha da inanmıyorsunuzdur şimdi." Burada nedense onlarla alay edercesine güldü. "Neyse, önemli değil. Siz sadece onlardan biriymiş gibi davranın. Fazla konuşmayın, dışarı çıkmayın, dikkat çekmeyin. Okul zamanı dişinizi sıkın, dışarıda istediğiniz kadar buluşup konuşursunuz. Kısacası dikkat çekmeyin. En yakın zamanda sizi de aramıza katacağım." Ardından cebinden siyah bir pelerin çıkarıp sırtına attı. Pelerin sırtına değer değmez adam ortadan kayboldu. O sırada Rodney yakasını tutmayı bırakmıştı tabii. Herkes şaşkınlıkla bakakaldı.

"Ne yaptığını gördünüz mü?" dedi Gille. "O bir büyücü olmalı! İlk geldiğinde de büyüden bahsetmişti."

"Saçmalama." dedi Misa "Tüm bunların mantıklı bir açıklaması olmalı."

"Artık çevremde mantığa dair bir işaret bulamıyorum." dedi Alhsom yere bakarak.

Olayın şokunu anlattıktan sonra yeniden sınıfa döndüler ve o günden itibaren adamın öğütlerini harfiyen uygulamaya başladılar. Niyeti kötü değil gibi gelmişti. Kendilerini bir uçurumun kenarında, aşağı düşürüp kaybettiklerine bakıyormuş gibi hissediyorlardı. Tam her şey bitti derken nereden geldiğini bilmedikleri zayıf bir ses onlara yeniden umut aşılamıştı. Bu ses o kadar zayıftı ki fısıltı demek daha doğru olurdu ancak bu fısıltıya güvenmekten başka çareleri de yoktu.