webnovel

6

İlkokul birinci sınıftaydım ve evde hep şarkılar dinleyip onu düşünüyordum. Büyüklerin aşk dediği hastalığa yakalanmıştım. Yağ satarım bal satarım oyununda sıra bana gelince mendili hemen havalı kızın arkasına bırakırdım. İlk kez ben kaçıyordum ve Özlem beni kovalıyordu. Her bir sayfaya aynı harfi yazdık ilk günlerimizde, sonra üç harfli heceler yazmaya başladık. Ali bak! Ali topu at!

Özlem ile plastik çubuklardan ev yaptık. Onun ilgisini çekmek istiyordum ama doğru metot kullandığım pek söylenemezdi. Saçını çekerek ya da ayağına çelme takarak ilgisini çekeceğimi düşünüyordum. Öğretmenimiz bir gün mavi kartondan sert bir kapağı olan kalın bir kitabı bana okumam için verdiğinde sınıf içinde kendimi çok özel hissetmiştim. Sanki sabah bayrak töreninde okulun önünde andımızı ezbere okumuştum. Kitapta yaramaz bir çocuktan ve ona hem kızan hem de çok seven teyzesinden söz ediyordu. Yıllar sonra bu kitabı tekrar okuyacaktım. Güler yüzlü öğretmenimi ve sınıfın popüler kızını, kibrit kutusu şeklindeki beyaz otomobilin okul çıkışında kapının yanında durmasını, onun binip gidişini hatırlayacaktım.

İkinci yılımda hem öğretmenim hem de sınıfın popüler kızı yoktu. İlk haftalar sabah erken okula gelip kibrit kutusunun gelmesini bekledim.

İlçede toplam araba sayısı sınırlıydı. 27 DD 664 o hafta gelmedi ve sonraki haftalarda yoktu. İlerleyen günlerde babasının tayini çıktığı için ilçeden ayrıldıklarını öğrendim. Büyükler buna ayrılık diyordu. Özlem'den bana kalan tek hatıra 23 Nisan 1982 yılında çektirdiğimiz fotoğraftı. Kırk yıl sonra arama motoruna ismini yazıp sosyal medya hesaplarına ulaşıp ona mesajlar yazdım. Cumhuriyet ilkokulunda mezuniyet günleri yaklaşırken bilgi yarışması bilgi yarışması ve sınav heyecanını birlikte yaşadım. Okulumuzu temsil eden ekipte ben grup sözcüsü seçilmiştim. Yarışma için derslerimiz bittikten sonra eve gitmeyip öğretmenler odasında çalışıyorduk. Elbette öğretmenlerimiz de yardımcı oluyordu. İlk iki turda rakiplerimizi zorlanmadan geçtik. Yarı finale gelmiştik. Rakibimiz dişli çıkmıştı. Türkçe sorusunda grup başkanları ya da sözcüleri kartonları yazıp kaldırdı. Cevap: belgesiz sıfat

Sunucu her iki cevabın da doğru olduğunu söyledi. Kara tahtada her iki okula beyaz tebeşirle 10 puan eklendi. Sonraki soruda ekip olarak belgesiz sıfat ile belgesiz zamir arasında karasız kaldık. Cevabın yine belgesiz sıfat olduğuna karar verdim. Kartonları havaya kaldırdık. Aynı cevabı iki kez vermiştik. Yarışmada aynı cevabın iki kez verilmesi pek de olası bir durum değildi. Kaybettik! Çıkışta yol boyunca ağladım. Babam sert bir şekilde ağlamayı kesmemi söyledi. Büyükler buna kaybetmek diyordu. Yarışma çıkışında ağlamıştım ama çabuk toparlandım.

Anadolu Lisesi sınavı yaklaşıyordu. O okula giden öğrenciler İngilizce bir kitabı alıp zorlanmadan okuyordu. O kadar özel ki ilçede değil vilayetteydi. Ülkede sayılı şehirlerde bulunuyor sadece belirli kontenjanda öğrenci alıyordu.

Kuzenim bu sınav için son iki yılının hafta sonunu dershanede geçmişti. Babamın öğretmen arkadaşı bir aylığına ücretsiz olarak beni dershaneye almıştı. Sınav günü kasabamızdan belediye otobüsü erkenden yola çıktı. Kız lisesinin önünde indim. Veliler ve öğrenciler büyük bir kalabalık oluşturmuştu. Sınav boyunca babam heyecandan ayakta bekledi.

Aynı heyecanı ikinci kez altı yıllık parasız yatılı öğretmen okulu sınavında da yaşamıştım. Kuzenim Oğuzhan bu sınava girmedi. İtiraf etmek gerekirse maddi durumu iyi olan yaz tatiline giden arabası olan ailelerin çocukları parasız yatılı sınavına girmezdi. Anadolu Lisesi sınavında başarısız öğretmen okulu sınavında başarılı olmuştum. Altı yıl ailemden uzakta vilayette okuyup öğretmen olacaktım. Kuzenim ise ülkemizde sınırlı sayıda olan haftada otuz saat yabancı dil dersi veren andımızı İngilizce okuyan Anadolu lisesinde okuyacaktı. O yıllarda kazandığım için sevinmem gerekirken öğretmenlik okulunu ve mesleğini küçümserdim. Oğuzhan ile sürekli rekabet halindeydim ve ben bu yarışı kaybetmiştim. Daha doğrusu ben öyle sandım ta ki ülkemizin ton ton başbakanı öğretmen çocukları için ek kontenjan açıldığını söyleyene kadar. O şişman adam sayesinde ben de gri pantolon beyaz gömlek lacivert ceket giyecektim. Yabancı dil dersinde video kaset çalar ismindeki o aletten yabancı dilde günlük konuşmaları izleyecektim.

Oxford üniversitesi yayınlarından kitaplarım olacaktı. Bu kitaplar o kadar pahalıydı ki babam fotokopi ile idare etmem gerektiğini söyledi. Öğretmenlerimiz sadece İngilizce konuşuyordu ve biz matematik, fen dersini bu dilde öğreniyorduk. STREAMLINE dersinin öğretmeni çok sertti. Ödevini yapmayan öğrenciyi önce tahtaya çağırırdı.

-Sabah kahvaltı ettin mi, çocuğum?

-Evet, öğretmenim.

-Baban harçlığını verdi mi?

-Evet

-Peki sen neden dersine çalışmadın?

Öğrenciye doğru iki adım atıp iyice yaklaştıktan sonra tokat atardı. Aslında bu göstermelik bir tokattı. O yıllarda çok kızdığım öğretmenim sayesinde dil tazminatı almayı hak etmiştim. Hayatımda en kararsız kaldığım soru şuydu? Bana Tom Sawyer hediye eden, sınıfta bizimle oyunlar oynayan güler yüzlü Ali öğretmen mi? Ödevini yapmayanı affetmeyen, fakirlik içinde büyüyüp çok çalışarak öğretmen olan Bahri öğretmen mi? Büyükler buna çelişki diyordu. O gün öğleden sonra hayatımda unutamayacağım bir olay gerçekleşti. Eve geldiğimde babam elinde bir kırmızı çubuk ile kanal aramaya başlamıştı. Devlet televizyonunun kanalı bulduğumda sevinçten havaya uçtum. Bu televizyon siyah beyaz değil renkliydi. Artık Voltran ışın kılıcını oluşturduğunda pembe mavi yeşil kırmızı ve siyah aslanlar bir araya gelip Voltran'ı oluşturduğunda tüm renkleri görecektim. Uzay 1999 dizisindeki uzay gemilerinin renklerini basketbol sahasında zeminin rengini biliyordum artık. Almanya'dan gelen kuzenim Voltran dizisinin bölümlerini benden önce izlediği için dizinin sonunda ne olacağını söylüyordu tüm heyecanımın yok olmasına sebep oluyordu. Kuzenim ile sık sık bilgisayar oyunları merkezine (BOM) gidiyorduk.

Jeton alacak param yoktu kuzenim ise istediği kadar jeton alıp saatlerce oyun oynayabilirdi. Savaş uçağının düşman uçaklarına saldırdığı oyun en sevdiğimdi. Bu oyunda kuzenim ana kumandayı yönetirken ben de ateş etme düğmesine basarak ona yardımcı oluyordum. En büyük hayalim o savaş uçağını kontrol etmekti. Oyun 1930'lu yıllardan başlayarak her aşamada on yıl sonraki zamana geçiliyordu. Cebimde sadece beş kuruş vardı bu para ile sadece sakız alabilirdim. Tanrı'dan bir mucize olmasını dileyerek o beş kuruşu jeton bölmesinden attım. Dileğim gerçekleşti ve önümdeki ekranda büyük harflerle " push start button" yazısı belirdi, bu bir mucizeydi mutluluktan havaya uçacaktım. Acemi olduğum için kısa sürede oyunu kaybetmiştim. Bu oyunun jeton kutusunun açıldığını geçen hafta öğrenmiştim. Bu kutu içindeki metale ne kadar çok basarsam o kadar çok oyun oynama hakkım olacağını

biliyordum.

Tek korkum şuydu: o metale dokunduğumda elektrik çarparsa ne olacaktı? Ya ölürsem?

Kuzenim o sıkıcı oyundan devamlı oynayıp yaptığı puan ile bana ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu anlatmaya başlamıştı. Bazen babamın öğretmen olmak yerine kardeşi gibi işçi olarak Almanya'ya gitmiş olmasını diliyordum. Korkumu yendim, jeton satıcısı adam kapı önünde temiz hava alırken jeton kapağını sonuna kadar açtım. Cesaretimi topladım salon görevlisi adama bakarken o metale defalarca bastım. Benim bu kadar çok oyun oynamam Almanya'dan gelen kuzenimin ilgisini çekti.

-Bu kadar parayı nerden buldun Necip?

Uygun bir cevap vermem gerekti.

-Babası fabrikatör olan bir çocuğun çok fazla jeton attığını birkaç kere oynadıktan sonra sıkıldığını ve ayrıldığını söyledim. Bana inanmadığından emindim. Kuzenim cevap vermeden uzaklaştı. O gün kaç kere oynadım bilmiyorum ama gece kötü bir rüya gördüm. Jeton satan adam sırtını döndüğünde ben jeton kasasını açıp o metale dokunduğum anda mavi ekranda YAMATO yazdı. Çekik gözlü General YAMATO bana kendi dilinde yeni televizyon aldığımızı artık KARA ŞİMŞEK (KITT) dizisini renkli izleyeceğimi söyledi. Yeteri kadar büyüdüğüm zaman bu büyük bilgisayar oyunu makinesinin cebimize sığacak kadar küçüleceğini söyledi.

-General YAMATO o zaman jeton kaç lira olacak?

-Jetonlar kullanımdan kaldırılacak cebinde taşıdığın bilgisayar sayesinde PAC-MAN oynayıp müzik dinleyeceksin. İstediğin şarkıyı istediğin anda dinleyip arkadaşlarınla sohbet edileceksin. İngilizce öğretmeninin, STREAMLINE dersinin kitabındaki ödevini cep bilgisayarına gönderebilecek. Fakat her oyun için bedel ödememiz lazım bay YAMATO. Almanya'dan gelen kuzenimin çok parası var.

-Jetonun yerini internet alacak insanlar jeton parası yerine internet faturası ödeyecek. İngilizce dersinde izlediğin videoların tamamını izleyeceksin. Bahri öğretmen yarın okula kravat takmadan sakallı gelecek ve sabah andımızı okumadan derse başlayacaksınız.

-Neden?

Andımızı çocuklara ezberlettirmenin ilkellik olduğunu düşünen insanlar yetkili makamlarda olacak, Necip.

"Ey büyük ATATÜRK, açtığın yolda gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim!"

Cümlesi neden ilkellik olsun?

"Necip, doğduğun ülkenin kurucusu her zaman medeniyeti rehber edinen bir önderdi, yüz yıl önce de bugün olduğu gibi Avrupa ülkelerinin bilimde ve teknolojide başarıları doğu medeniyetine göre fazlaydı, ne yazık ki sen yetişkin bir öğretmen olduğunda hiç makale yazmadan profesör olan akademisyenler olacak. Severek okuduğun kanatlı kuş efsanesini anlatan kitabı cep telefonundan okuyacaksın" Dedi General YAMATO. Derin bir nefes aldı, çekik gözleri birden açıldı.

-"Kimileri kitap okumak yerine sadece televizyon izleyecek, KITT izlemek için bir hafta beklemek zorunda kalmayacaksın. Mamafih (bununla birlikte) efsaneleri anlatan çocuk kitapları her zaman okunacak, umudunu kaybetme"

-Bay YAMATO, mamafih kelimesini nereden öğrendiniz?

-Türkçe konuşmam seni şaşırtmadı ama buna şaşırdın öyle mi? Şaşıracağın bir şey daha söyleyeyim. Sen öğretmen olduğun zaman 23 Nisan çocuk bayramında tüm okullar bir stadyumda toplanmayacak. Her okulda göstermelik kutlamalar yapılacak. Okula rahat giyinip gelmek ilk yıllarda senin de hoşuna gidecek. Zamanla bu meslekte deneyim kazandıkça siyah—beyaz 23 Nisanları arar olacaksın. Sınıflarda ATATÜRK fotoğrafının olmadığı okullarda çalışacaksın.

-Peki ya VOLTRAN?

General YAMATO gülümsedi. Saçlarımı okşadı. Zaten çekik olan gözleri gülünce yok olmuştu sanki.

-VOLTRAN yerine TRANSFORMERS olacak arabaya dönüşebilen robotlar. Sana bir sır vereyim, oğlun onları çok sevecek.

Bir an düşünceye daldı.

-Ülken adına üzülüyorum Necip. Bununla birlikte umudunu kaybetmeni istemiyorum. Çünkü ATATÜRK tüm ümidim gençliktedir demiştir. 2019 yılında kara çarşaflı öğretmenlere şahit olacaksınız. Kurucu liderinizi kötü alışkanlıklara sahip olan bir yönetici olarak gösteren filmler izlenecek. En acı olan nedir, biliyor musun?

-Benim ülkem için mi yoksa Japonya için mi?

-Hem senin ülken hem de Japonya için, daha doğrusu tüm dünya için. Sıcaklık yükselecek kuraklık ve salgınlar artacak. Bilgisayarlar yüzünden insanlar kitaplardan uzaklaşacak. Elli yaşına geldiğinde bu nedenle yazmaktan vazgeçeceksin. Okula gelmek zorunda kalmayacaksın.

-Vay! Süpermiş!

-İlk bakışta öyle gözüküyor ancak "açık lise" sayesinde fakir gençler okumayı bırakıp çalışmaya başlayacak. Kız çocuklarının okuldan uzaklaşması çocuk gelin kavramını ortaya çıkaracak. Haftada otuz saat yerine sadece dört saat İngilizce okutulacak. Matematik dersinin önüne "seçmeli" kelimesi eklenecek.

-"Seçmeli matematik? Çok tuhaf! Bu dersin zorunlu olması gerek, koordinat düzlemi, doğrular, grafikler… Bu dersi İngilizce okuyoruz."

-Sen ve akranların bu dersi İngilizce okuyan son kuşaksınız. Sonraki nesiller temel kelimeler dışında İngilizce bilmeyecek. Tüm dünya tek dil konuşmaya doğru giderken senin ülken ters yola girecek. Öğrenciler yeni Türkiye'yi çok sevecek; artık bir ay boyunca 19 Mayıs gençlik bayramının hazırlıklarını yapmayacaklar. Tıpkı 23 Nisan gibi her okulun konferans salonunda kısa göstermelik kutlamalarla bu bayram da geçiştirilecek.

-Anıtkabir nerededir, Necip?

-Başkent Ankara'dadır. Ulu önderimizin ebedi yeridir.

-10 Kasım'da bir televizyon kanalı ANITKABİR yerine ANIRKABİR yazacak. Ertesi gün pardon istemeden oldu diyecekler. Unutma Mustafa Kemal ATATÜRK : "modern Türkiye'nin başkenti Ankara'dır" demiştir. Bu şehir ülkenizin finans merkezidir. Bununla birlikte imparatorluk özentisi yöneticiler finans merkezini İstanbul'a taşıyacak.

-Finans merkezi nedir, YAMATO?

-Finans merkezi bir ülkenin parasal işlemlerinin yapıldığı yerdir. Sana şu şekilde açıklayayım. Sen Meryem ablan ile birlikte bakkal Şerif amcadan gofret alıp bunları deftere yaz, Şerif amca diyorsun.

Defterde yazan tüm borç ay sonunda toplanıyor. İlkokul öğretmeni baban aylığını aldığı zaman o defterdeki tüm borcu ödüyor. Finans merkezi bir ülkenin aynı zamanda borç defteridir.

-Özlem'in babasının finans merkezinin çok büyük olduğunu düşünüyorum. Beyaz bir arabaları var, küçük ve sevimli.

Genç bir öğretmen olduğumda Özlem küçük beyaz araba ile okuluma gelip beni ziyaret edecek mi?

-Sen onu cep bilgisayarından ismini ve soy ismini yazarak bulacaksın. Nerede olduğunu hangi üniversiteden mezun olduğunu ne iş yaptığını öğreneceksin. İnsanlar özel hayatlarını diğer insanların gözüne sokmayı çok sevecek. Hangi saatte ne yediklerini hangi şehre tatile gittiklerini paylaşacak. 1987 yılında sokak ortasında kavga olduğu zaman mahalle sakinleri koşarak kavga eden tarafları ayırırken 2020 yılında herkes o kavgayı kaydetmek için olay yerine koşacak.

-Özlem'i bulacak olmam beni çok mutlu etti. Onunla plastik çubuklarından ev yapmayı özledim. Kırmızı kurdelelerini beyaz çoraplarını beyaz ayakkabılarını da çok özledim.

-23 Nisan 1982 yılında çektirdiğiniz siyah beyaz fotoğrafı ona gönderdikten sonra seni engelleyecek.

-Ne yapmamı engelleyecek anlamadım?

-Artık ona mektup atamayacaksın.

-Mektup atmaktan nasıl engellenebilirim ki?

Pul ücretini ödeyip yapıştırdıktan sonra her yere mektup atabilirsin.

-Bunu şu an anlaman zor yaklaşık otuz yıl sonra ne demek istediğini anlayacaksın. İlerde hayaline sığmayan olaylar olacak. Uzay 1999 dizisinde olduğu gibi araçlar uçacak. Karada gidenler ise uydulardan kontrol edilecek. Türkiye uzaya uydu gönderecek, benim ülkem ise bir insan gibi jest ve mimiklere sahip olan robot yapacak.

-Buna pek şaşırmadım

-"Kara Şimşek" dizisinde araba kendi kendine gidebiliyor. Bazı sahnelerde arabanın uçtuğunu da şahit oldum. General YAMATO ülkem hakkında çok şey biliyordu hatta dünya hakkında da geniş bilgisi vardı.

-Necip, 1990 yılı çok önemli bir yıl olacak. SSCB dağılırken doğu ve batı Almanya birleşecek. Komşunuz ülkeyi ABD İşgal edecek. Çernobil'de nükleer patlama olacak ne yazık ki senin ülkenin kuzeyinde insanlar ölümcül hastalıklara yakalanacak.

Öğleden sonra teras katına çıktım. Anneannem bir türkü söylüyor ona gözükmeden dinledim. Bütün kasabayı görebiliyorum. Anneannemin banyoda kullandığı büyük bidonu ağzına kadar su doldurup kafamı içine sokuyorum. Su içinde saymaya başlıyorum. Karşı apartmanda Pınar yaşıyor. Buradan onun yaşadığı daireyi gözlüyorum. Ona telefon edip sesini duyunca kapatıyorum. Bunu son yaptığımda "ey aptal insan, konuşsana artık!" dedi.

Teras katına kadar merdiven çıkmak yorucu oluyor. Saadet teyzem her gün "Sabah" gazetesi alıp dört kat merdiven çıkıyor. Anneannem her gün bizim eve gelip sohbet ettikten sonra ağır adımlarla çıkıyor merdivenleri.

Teras katı benim için bir sığınak. Gece buraya gelip anneannem Bahriye Hanım'ın odasının tavan arasına saklanıyorum. Babam her yerde beni arıyor eve döndüğümde dayaktan sırtım kızarmıştı. Annem daha fazla vurmasına izin vermedi ve beni ellerinden kurtardı.

Yeter artık! Necip seni karanlıkta görüp kaçamaz onun gözleri bozuk

-"beni kandıramazsınız" diyor babam. Köşe başında beni gördü ve kaçtı. Babam kendisinden gayet emin. Keşke haklı olsa…

On yaşımdan itibaren yirmi yıl gözlük taktım ve gözlüksüz babamı görmem olası değildi. Gözlerim yedi derece miyoptu.

Aşk şarkıları dinleyip, Pınar'ı düşünüyordum.

"Bu kasabaya geldik çünkü babam ilk seçimde milletvekili olacak" diyor Pınar.

-"Seçimi kazanınca İstanbul'a döneceğiz bu geri kalmış kasabada yaşamak istemiyorum."

Pınar'ın babasının her mahallede fotoğrafları var.

" BAHATTİN ALAGÖZ

SHP GAZİANTEP MİLLETVEKİLİ ADAYI"

Babam seçim öncesi umut dolu, eğer Pınar'ın babası seçilirse halkın sorunları ile ilgilenilecek, ağabeyimi belediyede işe koyacak, mutlu olacağız. Lise 2. sınıfa geldiğimde artık Pınar yoktu. Babası devlet bakanı olduğu için artık Ankara ATATÜRK Anadolu lisesinde okuyor. Devlet bakanı Nizip'e dönmedi ve vatandaşın hiçbir sorununu çözmedi, ağabeyimi işe koymadı ve biz mutlu olmadık. Her şey seçimlere kadarmış, meğer! Pınar hayalini kurduğu İstanbul sokaklarına kavuştu. İstiklal caddesinde sanat galerini kitapçıları gezebilir AKM'den bilet alıp tiyatroya gidebilir. Yaz geceleri sabaha karşı tavana bakıyorum. (tabanda böcekler var) Uyursam yine hamamböcekleri yüzümde gezecek diye korkuyorum. Bu korku sayesinde bir karmaşık sayının karekökünü ya da küp kökünü hesaplayabiliyorum ve yine bu korku sayesinde Matematik bölümünü kazanacağım.

Açık pencerenin önünde hafif bir hava akımı olsun diye dua ediyorum, karşımda elektrik direği var, bir insan bu direğe tırmanıp kolayca bizim eve girebilir.

***

On beş yaşındayım ve denizi hiç görmedim, deniz kokusunu bilmiyorum. Elime terlik alıp böcekleri öldürmeye başlıyorum onları öldürdükçe korkum azalıyor onlara bakarım cesetlerini incelerim uzun siyah ve kıllı ayaklarından tiksinirim. Kapının arkasından bir tane daha gelir arkasından bir başkası.

Bu nedenle kış gecelerini severim. Böcekler birden yok olur ve ben huzur içinde uyurum. Yazın banyoya girdiğim zaman fayansın üzerindeki siyah lekeleri hamamböceği zannederdim. Annem kendini suçlu hissediyor onun yüzünden miyop olduğumu düşünüyor. Kalın camların ardından bana bakıp korkmadan banyo

yapabileceğimi anlatıyor. Akşam babamı bekliyoruz. Babam gelir sekiz otuz ana haber bültenini TRT1'de izler ve hiç konuşmaz. Kardeşlerim onu odada yalnız bırakır sadece ben kalırım yanında. Sessizce otururuz. Evimiz çok gürültülüdür. İkinci kata çok ses gider. Tekin öğretmen rahatsız olur ve kız kardeşi Türkan'ın neden beş çocuk yaptığını düşünür. Ben sadece üç çocuk yaptım der kendi kendine Hakan, Teoman, Oğuzhan.

En büyük oğlum devrimcidir, ortanca uluslararası ilişkiler, küçük ise Tıp okuyor. Günümüzde okumak için imkânlar çok, 1980 yılındayız artık. Ben okumak için para istediğim zaman babamdan dayak yerdim. Vekil öğretmenlik yaptığım okulda tüm öğretmenler 24 Kasım hediyelerini alırken benim almamı yadırgadılar buna hakkım yokmuş. "Tekin Öğretmen" olmak için çok çalışıp sınavları geçtim artık ben de onlar gibi kadroluyum beni hakir göremezler.

Koltuktan yavaşça kalkıyorum. Masaya oturuyorum, ışığı kapatmazsam oda temiz gözüküyor. Ağabeyim Cem'in dolabını karıştırıyorum. Evde uyanık olan tek kişi benim. Ajandasını açıyorum.

Gideceğim Yerler:

1- Paris

2- Londra

3- New-York 4-Washington

İlerde Tanışacağım Devlet Adamları:

1- Kenan Evren

2- Tahsin Şahin Kaya 3-Ronald Reagan

4-Gorbaçov

Dolabın kapağında orta boy Hülya Avşar fotoğrafı yapıştırılmış. İngilizce çalışmış. Aşağıdaki boşlukları gereken durumlarda "a" ya da "an" ile doldurunuz. Bahri öğretmen bize döverek öğretmişti. Sayılamayan kelimelerin başına "a" ya da "an" gelmez.

Şeker, pirinç, para İngilizcede sayılamaz kelimelerdir. Cem ağabeyim ondan dayak yemediği için "sugar" kelimesinin önüne "a" koymuş. Yanlış! Hülya Avşar fotoğrafına şaşırmadım. Geçen hafta onun kasetini almıştı.

"Ben böyle çaresiz sen başka kollarda

Ne diyeyim sevgilim, her şey gönlünce olsun"

Allah'ım bu ne çirkin bir ses! Oyunculuk sıfır, ses sıfır ama gazetelerde fotoğrafı var. Aslında ağabeyim sevgilisi Hülya Avşar'a benzediği için bu fotoğrafı dolaba yapıştırmış. Sevdiği kız karşı mağazada çalışıyor ama kıza açılıp açılmadığını bilmiyorum. Balkona çıkıyorum. Sokak boyunca sadece beş tane araba saydım. Yatakta dönüp dönüyorum cır cır böcekleri dışarıda ötüyor bir öykü okuyorum.

"Sorako kızları"

İkinci dünya savaşında bir ay boyunca Alman askerlerine "hizmet eden" Yahudi kızları bir ay sonunda kurşuna diziliyor ve yenileri geliyor. Gündüz ağabeyimin bürosunda ise Buddenbrook ailesini okuyorum oldukça kalın bir kitap. Yıllar sonra ağabeyim Kuşadası'na yerleşip altmışlı yaşlara yaklaştığında Tanrı'nın yok olduğuna inanacak. İnsanoğlu evrende yalnızdır ve sonsuza kadar yok olup gideceğiz! Tanrı öldü! Dürüst olmak gerekirse yirmili yaşların sonunda Tanrı'ya isyan etmeye başlamıştı. Sevdiği kızdan ayrılmasının tek sorumlusunun Tanrı olduğunu düşünüyor, günde üç paket sigara tüketiyordu.

***

***

-Anneanne, nasılsın; ben geldim!

-Hoş geldin, Necmettin. Seni çok severim bilirsin, ah bir de adın Necip olmasaydı. Ben sana Necmettin diyorum, o şerefsiz adamın ismini ağzıma almak istemiyorum.

Sohbete başlarız. Kızgın güneş karşıdaki dağın tepesinden kaybolur. Sıcak yaz gecesi başlar.

Ben uyuyamam. Müzik dinler matematik çözerim.

x2+5x+6=0 Denklemini çözünüz. İlk olarak delta hesaplanır. 25-

24=1

Ve kökler bulunur. Birinci kök (-5+1)/2=-2 İkinci kök ise (-5-1)/2=- 3 En sevdiğim konu budur.

***

***

-Ne yapalım şimdi dedi Suat, hilal bıyıklarını parmakları ile düzeltirken.

-Cumhuriyet gazetesi satan bakkalı mı yoksa devrimci bozuntusu Hakan'ı mı?

-Boş ver bakkalı Tekin Öğretmen'in oğlundan söz ediyorum. Uygun bir zamanda bir abdest aldıralım ona.

-Tam gazete alırken silkeleyelim dedi Suat abi. Her sabah dokuz civarı halasının oğlunun mağazasına inip o komünist gazetesini alıyor.

Belki tanırsın Ahmet ve Mehmet Taşdemir kardeşler. Deli veli Abid hocanın oğulları.

-Nizip'te Abid hocayı tanımayan adam var mı, oğlum? Adam bir elinde şarap şişesi diğer elinde Kuran ile çarşı camiinin önünde vaaz veriyor.

Mehmet nasıl biridir bilmem ama Ahmet zampara bir adam. Askerden yeni geldi bir an evvel evlenmeli dedi Suat. Biraz düşündü sakalını avuçladı. Sabah sabah olay çıkarmayalım. Gece sağa sola yazarken yakalarız nasıl olsa.

Şimdi Cumhuriyet Mahallesi esnafından ülkücü gençlerin eğitim masrafları için yardım toplayalım. Mahalleye yeni taşınan bir adam var, manifaturacı İsmet. İki daire ve murat 131 araba aldı.

-Vatandaş Sümerbank'tan yoruldu artık, Suat abi, herkes manifaturadan alıp evde dikiyor.

-Yarın ziyaret edelim İsmet ustayı. Bugün bildiri dağıtacağız unutmayın.

Bu arada Hakan üzerinde Deniz Gezmiş parkası ile her sabah olduğu gibi gazeteciye geldi. Cumhuriyet henüz gelmedi dedi, Ahmet. Bugün biraz gecikti. Nasılsın? Bir çay söyleyeyim. Hakan beklemek için küçük iskemle alıp oturdu. Ahmet ise ben kapı önüne çıkıyorum deyip yanına ilişti. Mehmet gazeteleri yerleştirmeye başladı.

Ön sırada Hürriyet, Milliyet ve Cumhuriyet,

(cumhuriyetin yeri şimdilik boş kaldı) Arka sırada Milli gazete ve tercüman. Müftülük camii imamı her sabah olduğu gibi Milli Gazete alıp cübbesinin altına sıkıştırdı. İmreniyorum bu sakallıya dedi Ahmet. Lojman var maaş var günde beş defa yatıp kalkarak para kazanıyor softa.

"Din, bir afyondur halam oğlu" dedi hakan. O yıllarda "kuzen" kelimesi icat edilmemişti. Manifaturacı İsmet ağır kepengi büyük bir gürültü ile kaldırdı. "Mahallemizin yeni sakini" dedi Ahmet.

- "Artık köylüler de Cumhuriyet mahallesine yerleşiyor, çok genç bir karısı var. Köylü olmak vardı!"

-"Çok kazanıyor galiba" dedi Hakan. Bir an düşündükten sonra,

-"Sadece İsmet Yıldız değil tüm manifaturacılar çok kazanıyor. Vatandaş çareyi kendi elbisesini dikmekte buluyor. Ne yazık ki kapitalist sistem halkımızı her geçen gün daha da fakirleştiriyor." dedi.

Manifaturacı İsmet "bismillah" deyip anahtarı deliğe soktu. Bir elinde nohut dürümü vardı. Büyük oğlu Süleyman'a çay söylemesi için işaret etti. Sıcak çay eşliğinde bol acılı nohut dürümü en pratik kahvaltıydı. Nohut bir gece evvelden ıslatılır, sabah erkenden kemik suyu ile uzun süre haşlanırdı. Kulak memesi kıvamına gelince bol soğan doğranır, yüzüne ince kıyılmış maydanoz serpilirdi. Müşteri isterse dürümüne limon sıkıp pul biber ekler ve afiyetle yerdi. Tekin öğretmen gün ağarmadan nohut alıp dürümünü evde hazırlar küçük oğlunu uyandırmaya kıyamazdı. Oğuzhan yüzünü yıkayıp nohut dürümünü yedikten sonra vilayete giden

belediye otobüsü Mercedes 0-302 'ye biner kırk dakikalık yolculuktan sonra ilk derse yetişirdi. Kuzeni Necip aynı servise biniyor olmasına rağmen farklı koltuğa oturur, iki yabancı gibi otobüse kadar ayrı yürürlerdi. Süleyman çok garip buldu bu durumu hem akraba hem komşu olan iki çocuk biri önde biri arkada konuşmadan her sabah belediye otobüsüne varırdı. Barak köyünde ise komşuluk ve akrabalık ilişkileri çok önemliydi. Cumhuriyet mahallesinde adet böyleydi herhalde dedi kendi kendine. Babasının yeni aldığı Murat 131 'in camını silerken.

***

Vakit gece yarısını geçti, İsmet'in tamir ettiği vantilatörü çalıştırdım. Tam karşımda gürültülü bir şekilde dönüyor. Çocuklarımı düşünüyorum. Acaba aşağıda neler yapıyorlar, evlilikleri nasıl? Beni bu barakaya tek başıma bıraktılar, ev kedisiymişim gibi önüme bir kap yemek bırakıp gidiyorlar. Gündüz Türkan geldi yanıma biraz sohbet ettik üstüne İsmet de geldi, anteni dönmüş onu düzeltecekmiş, barakamın üzerindeki teneke çatıya çıkarken kıza bağırdı, doğru düzgün otur karşımda! Sana mı soracağım dedi Türkan, burası annemin evi. Ona bakınca geçmişe gittim, küçük bir kız çocuğu olduğu günleri anımsadım. Geceleri yanıma sokulup bana yalvarmaya başlardı.

-Anne? Uyudun mu?

-Uyumadım.

-Sakın uyuma anne. Sen uyuyup horlamaya başladığın zaman hemen geliyor.

-Merak etme uyumam.

-Keşke babam bizi bırakıp gitmeseydi. Ona derdimi anlatırdım, iyice döverdi bu pisliği.

Tekin abime söylesem mi? O dövse şunu belki bir daha yapmaz.

-Çocukları kavgaya tutuşturma Türkan, sana öyle gelmiştir, benim oğlum yapmaz öyle şey. Sen üşüme diye üzerini örtmüştür.

-Her gece mi anne? Her gece mi üzerimi örtüyor? Tekin abim neden gelip üzerimi örtmüyor o zaman?

Her sabah beni okula bırakıyor, kalemimi kitabımı alıp derslerime yardım ediyor ama o sapık gibi ben uyurken ellerini üzerimde gezdirmiyor. Uyudun mu anne?

Ben çoktan uykuya dalmış olurdum. Dört çocuğa hem annelik hem de babalık yapmak kolay değildi. Her kahvaltıda yoğurttan başka yiyecek bir şeyimiz olmazdı. Kocam olacak o adam yeni karısı ile cicim ayları yaşarken biz kuru ekmeğe muhtaçtık. Türkan ile para istemek için beyefendinin tamirci dükkânına gittik, dönüşte köşe başında bir kalabalık toplanmış, zavallı bir genci kıstırmışlar herkes dövüyor nasıl üzüldüm çocuğa.

Neden dövdüklerini sordum.

Kalabalıktan öfkeli bir adam derin nefes aldı, bu pislik çocuğunu emziren zavallı kadını pencere önünde kendini tatmin ederek izliyordu dedi. Başındaki kalabalık dağıldığında yüzü kan içinde olan gencin küçük oğlum olduğunu fark ettim. Kızımın elinden tutup hemen uzaklaştım, bizi görmedi, çok şükür! Evet, Türkan haklıydı sabaha kadar kızın başında nöbet tutmam gerek çünkü oğlum içinde etrafında bir dişinin olması yeterli, kız kardeşi de olsa ilk bulduğu fırsatta ellerini üzerinde gezdirir zavallı yavrumun. En iyisi Tekin'e anlatmak, abisinden çekinir yapmaz belki. Bugün anteni çevirirken bile beş çocuk annesi olmuş kadına bakıyordu. Masum görünmek için bir de kızdı. Doğru oturmalıymış! Bence sen bakışlarını ondan uzak tut! Ben bu çocuğun evlendiği zaman düzeleceğini başkalarının evini gözetlemeyeceğini sandım. Güvercinler tepemde yine tenekeden yapılmış derme çatma, çatıya konuyorlar.

-Ayağım kangren olmasaydı bu soysuza vermezdi babam beni. Üç tane sabun imalathanesi sahibi zengin adamın damadı olacak adama bak! Ah, Mustafa, Ah!

Yıllarca bekledim seni yedi yıl sonra nişanı bozup beni bu soysuza bıraktın dükkânındaki kuru incir torbandan birkaç tane aldı diye küçük kızımı nasıl dövmüş. Ellerin kırılsın Necip Gümüştaş! Ayak sesleri geliyor. Bu saatte kim acaba?

-Uyudun mu nine? Ben necip

-Gel oğlum sesin Oğuzhan'ın sesine ne kadar da benziyor