2 YEŞİL GÖZLER

Bu eve yeni taşınmıştık ve şaşırtıcı derecede ucuzdu. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu kadar ucuz olmasına ailecek şaşırmıştık ancak herhangi bir şeyden şüphelenmemiştik. Bir ev bulmuştuk, o bize yeterdi. Evimiz, iki katlı villaydı ve eski gözüküyordu. Kırmızılı pembeli tenteleri, gerçek ahşaptan zemini, tarih kokan odalarıyla harika görünüyordu. Koltukları yırtık, süngerleri çıkmış ve hırpalanmış gibi gözükmüyordu; çok yeniydi. O kadar iyi bakılmışlardı ki eski bir evden eser yokmuş gibi gözüküyordu (oysa evin henüz 20 yıllık olduğunu öğrenmiştik): özenle dikilmiş, üstünde herhangi bir desen dahi bulunmayan ve sade kan kırmızısı rengiyle ahşaplara uyum sağlamış olan koltuk örtüsüyle örtülmüşlerdi. Köşeye küçük bir şömine yerleştirilmişti ve önceden yakılan bazı küller hala duruyordu. 4 oda ve 1 salondan oluşan villanın bir de bahçesi vardı. Kışın açan kardelenlerden, papatyalardan ve lalelerle birlikte zeytin ve limon olmak üzere iki ağacı vardı. Villanın üst katında yatak odaları, bir de ebeveyn tuvaleti vardı. Lil ve Jane adlı iki çocuğumuzun kalacakları odalar ayrıydı.

Mutlu bir şekilde evimize ulaştığımızda evin içi bizi kendisine hayran bırakmıştı. Bu güzel manzarayla karşılaştığımızda, burası inşa edildiğinden beri burada oturan Bay Joe'nun sorusu çoktan aklımdan bir kuş misali uçup gitmişti. Bize neden böyle bir evi seçtiğimizi sormuştu, biz ise bu soru karşısında birbirimize bakıp aptal aptal gülmüştük sonra da unutup gitmiştik. Çocuklar bir süre evi keşfetmek için çevrede dolanıp bahçede top koşturduktan sonra akşam yemeği için onları çağırdım. Evin denize bakan manzarası sayesinde gökyüzünün kırmızılı pembeli renginin maviye karışışını izleyebiliyorduk. Eve yeni taşındığımız ve yeterince yorulduğumuz için bugün pizza sipariş etmeye karar verdiğimizde Lil ve Jane buna çok sevinmişti. Pizzalarını yedikten sonra onlara süt verip yatağa gönderdikten sonra biz de kocam Marc ile bir süre televizyon izleyip yatağa yattığımızda saatin yanıp sönen ışığı 00.13'ü gösteriyordu.

Gece aniden gözlerimi umutsuz karanlığa açarak uyandım. Zifiri karanlık bir duman misali her yeri sarıp sarmalamış, ölümü hatırlatan nidasıyla yüzünü göstermişti. Oda buz gibiydi ve üşüyordum. Kış olmasına karşın soba yanıktı ve evin sıcak olması gerekirdi. Yatağımdan kalktığımda mutfaktan bir bardak su almanın iyi fikir olacağına karar verdim. Karanlıkta siyahın tonlarında gözüken aslında mor olan yün çoraplarımı ayağıma geçirip odanın kapı kolunu dışarı çıkmak üzere açtığımda aniden nereden geldiği hakkında fikrim dahi olmadığı bir çığlık sesi geldi. Bu ses bana, ölümün umutsuz kollarında acı çekerek can vermeyi hatırlattı. O kadar umutsuz, o kadar acınası bir sesti ki aklımdan çıkarabilmek için yüzümü soğuk suyun ellerine bırakmak zorunda kalmıştım. Yüzümü yıkadıktan sonra aşağı inip suyumu aldım ve halı kaplı basamakları çıkarken bir ses daha geldi. Bu seferki bir şeyler diyordu. Bağırarak tekrarlayan ses ürkünç ve acı doluydu. Kızdan gelen ses ''Baba! BANA YETERİNCE ACI ÇEKTİRDİN. SANA LANET OLSUN PİS SÜRTÜK!'' diyordu. Bunu duyunca koşmaya başladım ve ayağım takılıp merdivenin kenarına düştüm ve onu gördüm, bana alaycı bir gülümseme takınarak bakıyordu, bense ona korku dolu gözlerle... Suratı bembeyazdı ve boğazından kan fışkırıyordu. Gözleri çok güzeldi. Onlara sürekli bakmak istiyordum. Yaprak yeşili gözleri karanlıkta parlıyordu ve insanı büyülüyordu. Saçları ise kestane rengiydi ve boyu benden birkaç santim uzundu. 15 veya 16 yaşlarında görünüyordu. Üstünde ise üstü pembe, eteği bebek mavisi bir gecelik vardı ve kanla ıslanmıştı. Bana gülümsüyordu, ağzı elmacık kemiklerine kadar açılmıştı. Biraz daha zorlasa ağzı yırtılabilirdi. Korkunç gerçeği ise sonradan fark ettim: elinde büyük, kanın her santimetresini kapladığı bir bıçak vardı. Ona biraz yaklaştım, hatta burun buruna olana dek yaklaştım ve korkudan titreyen elimi saçlarına dokunmak için uzattığımda bir anda tozun güneşte uçuşması gibi kayboldu. Ben ise korkudan çığlık attım ancak kimse beni duymayınca sessizce kocamın yanına sokuldum. Uyumam uzun zaman aldı ancak sonra derin bir uykuya dalmışım.

Sabah saat sekiz gibi uyandığımda hava henüz aydınlanmamıştı. Yatağımdan kalktım ve çocuklara kahvaltı hazırlamak için mutfağa gittim. İşim dergi yazarlığı olduğu için geç başlıyordu. Benim de vaktim vardı. Çocukları uyandırıp kahvaltıya çağırdığımda Lil'i sessiz ve çekingen gördüm, bir şeyden rahatsız olmuşa benziyordu. Benden çekiniyordu, günaydın bile dememişti. Önüne yemeği koyduğumda 'Ben aç değilim.' deyip gitmişti. Tepkisine şaşırmıştım doğrusu, henüz 12 yaşında olduğu için 'ergenlik' bahanesiyle umursamadım. Onun odasına uğradığımda okula gitmek için çantasını hazırlıyordu. Daha yepyeni olan çantayı birkaç ayda eskitmeyi başarmıştı. Onunla bu konuda konuşmak için sesimi hafif yükselterek konuşmaya çalıştığımda bana ''Bir defol git anne. SENİ PİS SÜRTÜK!'' bu son kelimeleri söyleyişinde bir gariplik vardı. Gözlerinde aynı yeşil güzel gözler belirmiş, sesi önceki gün gördüğüm kıza benzemişti bir anda. Ne dediğini görmezden gelerek evden çıkıp gitti. Ben de Jane'i okula bıraktıktan sonra işe gittim.

Akşam eve geldiğimde Lil koltukta suratı asık bir biçimde oturuyordu. Babasından aldığı parlak kahverengi gözleri solmuştu, mutsuz bakıyordu. Siyah saçları dağılmıştı. Elleri yara içindeydi, bugün daha çok tırnak yemiş olduğunu fark ettim. Onun yanına oturup saçını okşamaya çalıştığımda elimi tuttu ve kıvırdı. Sonra da gözlerimin içine baktı. Surat ifadesi bir an değişti: yeşil güzel gözler ve gülümseyen ölü surat. Lil'den korkmaya başlamıştım, yaptığı hareketlerin ergenlikle ilgisi olamazdı. Bu hareketlerini fark eden Mark ona sertçe bağırdı, azarladı. Lil ona karşılık verdi: ''SENİ PİS SÜRTÜK!'' diye bağırdığında sesindeki aynı garipliğin mevcut olmasıyla beraber Mark'ı sinirden deliye çevirmişti. Hemen merdivenlerden yukarı koşup odasına vardığında kapıyı kilitlemişti. Mark kapıya deli gibi vuruyor, ancak cevap alamıyordu. Ona sakin olmasını söyledim ancak beni dinlemiyordu. Birkaç saat daha böyle bekledikten sonra yatmaya karar verdik. Sıcak yorganın altına girdiğimde bugün yaşadıklarımızı düşünüyordum. Lil'e bir anda ne olmuştu böyle!? Her şey bu aptal eve taşınınca başlamıştı.

Gece yine aynı çığlıkla uyandım. Yine aynı sesler ve yine aynı kelimeler. Ancak bu sefer soğuk hava yoktu, biri odada öldürmeye susamış gibi nefes alıyordu. Mark'ın yattığı tarafta bir karaltı gördüm ve netleştirebilmek için satenden yapılmış bordo rengi perdeyi açtığımda O'nun yüzü aydınlandı. Artık yüzünü görebilmiştim ancak görmek istemezdim. Nefretle parlayan kahverengi gözleri ve kolunu havaya kaldırmış, bıçağı tutarken sinirden titreyen elleriyle Lil'di. Nefes nefese kalmış bir şekilde ''Senin işin de bitecek, pis sürtük.'' diyordu. Bunu fark ettiğim anda onun üstüne atladım ve elinden bıçağı almaya çalıştım. O ise acı acı haykırıyordu ve anlaşılması zor, kekeleyerek ağzından bazı kelimeler döküldü; bir daha asla duymak istemeyeceğim kelimeler. ''O istedi! Bana o sürtüğü öldür dedi. İşini bitir dedi. Bitireceğim, buna mecburum. Bırak beni, o sürtüğü öldüreyim!'' diye bağırıyordu soğuk zeminde. Daha ne olduğunu anlamama fırsat kalmadan bıçağı karnıma sapladı. Çok acıyordu, o keskin demir parçasının saplanışı ve akan kanların yere boşaldığını görebiliyordum. Ahşap zemin artık kahverengi değil kırmızıydı ve ıslaktı. Yerde yatarken Yine kızımın kocama fısıldadığını duydum, aynı öfkeli ve nefret dolu bakışlarla. ''Seni ve karını yerin dibine sokacağım pis sürtük.'' diye fısıldadı. O anda onun aslında Lil olmadığını anladım. Çünkü Lil böyle değildi, o kibar ve saygılıydı. Böyle işlerle alakası olmazdı. Ancak o gece delirmişe benziyordu.

Hatırladığım en son şey Mark'ın aniden uyanıp Lil'in kafasını duvara vurup, ondan bıçağı alıp bacağına sapladıktan sonra beni kucaklayıp hastaneye götürüşüydü. Araba sıcaktı ve metal kokuyordu. Muhtemelen araba tamircisi olduğu için hurdaları bu büyük arabada taşıyordu. Koltukları kadifedendi ve kanım onları kirletiyordu. O an kan lekesini koltuktan nasıl temizleyeceğimi düşünmüştüm. Böyle anlarda mantıklı bir şey düşünmek imkansızdır. Gerisini hatırlamıyorum. Ancak Mark'ın bıçağı yere bıraktığını ve delirmekte olan kızım Lil'in kulağına ''Belki kullanırsın.'' diye fısıldadığını duymuştum. O an ne dediğini anlamamıştım. Kan kaybından bilincim kayboluyordu çünkü.

Uyandığımda ziyaretçi kabul edilebiliyordu. Ben de Bay Joe'nun yanımda oturduğunu gördüm. Rahatsız edici tahta sandalyeye oturmuş, ayaklarını önde kavuşturmuş, elleri ceplerinde oturuyordu. Yüz ifadesi şaşırmamışa benziyordu. Kemik çerçeveli beyaz gözlüklerini düzeltti ve boğazını temizledi. Beyaz ceket ve geriye taranmış ak saçlarıyla oldukça modern gözükürken göğsüne doğru örülmüş sakallarıyla oldukça bilge birini andırıyordu. Benim acınası halime ve sarılı karnıma bir süre baktıktan sonra konuşmaya başladı.

-Bayan Steve, (bana soyadımla seslenmişti oldukça resmiydi) yaşadığınız şeye gerçekten çok üzüldüm. Ancak şunu bilmelisiniz ki o evin tarihi pek parlak değil. Bana biraz Lil'in kişiliğinden bahseder misiniz? Çünkü yaşananların kişilikle çok alakası vardır.''

-Tabii ki Bay Joe.'' diye karşılık verdim sarılı karnıma bakarak. Kan sargılara biraz yayılmıştı. ''Öncelikle Lil sessiz ve sakin biridir. Biraz içine kapanıktır ve bizi sever.'' dedim sakince. Bu söylediklerimden sonra elini ak sakallarına götürüp düşünürcesine kaşıdı. O anda tam olarak bir bilgeyi andırıyordu. Bana baktı ve ''Şu son söylediğinizden emin misiniz?'' Ne demek istiyordu şimdi bu adam? Seviyordu elbette.

-Öncelikle eminim. Mark'ı da beni de sever.''

- Öldürmeye çalıştığı kişinin aslında Mark olduğu tespit edilmişti. Bunu ben de siz de biliyorsunuz. Bu eve taşınan kişilerden dördünde aynı vakayla karşılaşıldı. Size tarihinden bahsetsem iyi olacak. Bundan 14 yıl önce buraya Filip ailesi taşınmıştı. Kızlarının adı Claudia'ydı. O da Lil gibi sessiz ve sakindi. Çok güzel yeşil gözlere sahipti. Sevgilisi yoktu ama aşık olduğu biri vardı ve ona asla açılamamıştı. Her şey onun üstüne geliyordu ve hayatına lanet etmeye başlamıştı. Bunu nereden biliyorum diye sorma, geceleri ilacımı almak üzere kalktığımda kızı bahçede yerde iki büklüm uzanmış halde ağlarken buluyordum. Okul başarısı iyiydi ama kız mutsuzdu. Ailesi de bundan şikayetçiydi zaten. Ancak son zamanlarda onlarla karşılaştığımızda bana kızlarının yüzünün biraz da olsa güldüğünü söylediler. Bir gün evden bir çığlık sesi duyuldu. Sonra çok yüksek bir sesle ''BANA YETERİNCE ACI ÇEKTİRDİN! SANA LANET OLSUN PİS SÜRTÜK!'' diye biri bağırdı. Sonra evden kırılan tabak sesleri, çığlıklar, ağlamalar, bağırmalar duyuldu. Sonra ise sesleri bir anda kesildi. Bu sessizlik hiç hayra alamet olmadığı için gidip bakma gereği duymuştum. O dönemlerden ordudan daha yeni döndüğüm için gençtim ve cesaretliydim. Ancak kimse o gece gördüklerimi görmek yerine ölmeyi tercih ederdi. Kapıyı açıp eve girdiğimde ev kan kokuyordu. Buradan zaten göreceğim şeyleri tahmin edebiliyordum. Işıkları açtığımda Bay Filip'in 19 yerinden bıçaklanıp karnının organları gözükünceye kadar deşilmiş midesini gördüm. İlk görüntüde oturup kusmuştum. Sonra üst kata çıktım ve Claudia'yı gördüm. Kardeşinin kesili kafasını tutuyordu ve kendi boğazını kesmişti ama ölmemişti. Şans eseri damarına denk gelmemişti. Bunları onun yaptığını anlayınca şok geçirmiştim ve oradan hemen uzaklaşmıştım. Sonra tuvaletten ağlama sesleri duymuştum ve kapıyı kırıp içeri girmiştim. Orada Bayan Filip ile karşılaştım. Karnında ufak bir yarık vardı ve tuvalette hüngür hüngür ağlıyordu. Bana Claudia'yı kurtarmamı söylemişti. Böyle anda onu nasıl düşünebildiğine şaşırmıştım doğrusu ama Claudia'nın odasına gittiğimde kardeşinin kafasını sıkı sıkı tutmuştu ve ona yaklaşınca bana bağırmaya başlamıştı. Sonra ise bıçağı bana doğrultup boğazına götürmüş ve şah damarını ani bir hareketle kesip gözlerini dehşet içinde açarak can vermişti. O gece sabaha kadar kusmuştum. Karım beni durduramamıştı. Sonra yeni yeni kişiler taşınmaya başladı. Taşınan iki aile musallattan ve evin lanetinden kurtulmuştu çünkü birbirlerini gerçekten seviyorlardı. Ancak diğer üçü aileden sevmedikleri kişileri Claudia'nın o gün babasını öldürdüğü gibi öldürmüştü.''

Duyduklarım karşısında şok olmuştum. Lil bizi sevmiyordu. Anladığım şey buydu. Mark ona her ne yaptıysa bizden nefret ediyordu. Ancak Bay Joe sözlerini bitirmemişti. Bu söylediklerinden sonra eve koşmak zorunda kalmıştık.

- Lil'in şu an yaşıyor olduğunu garanti edemem. Onu kardeşinin kopmuş kafasını tutarken boğazı kesilmiş halde bulursanız hiç şaşırmayın.

Bu son sözünden sonra doktorların engellerine rağmen yataktan kalkıp hemen eve koşmuştuk. Alt kata doğru inerken bir kez merdivenlerden yuvarlanmış, bir kez de bir kadının düşmesine sebep olduğumda arkamdan küfretmişti. Evimiz hastaneye yakındı o yüzden koşarak gittim. Hatta bu sürede ayakkabımı bile düşürmüşüm. Evin kapısının kilidini korkudan bayılacakken açmaya çalıştığım için uzun sürmüştü. Eve dalıp yukarı çıktığımda oda kan kokuyordu. Kapının koluna uzanıp açtığımda metalin ne kadar soğuk olduğunu düşünmüştüm. Başımı kaldırıp baktığımda ise Lil'i Jane'nin kopmuş kafasını elinde tutarken ve boğazını kesmiş bir şekilde yerde yatarken bulmuştum. Siyah saçları kandan ıslanmıştı. O görüntüye dayanamayıp yanı başında kusmuştum. Jane'nin korkuyla açılmış mavi gözlerini gördükçe kusmuştum ve ağlamıştım. Mark beni sakinleştirmeye çalışsa bile kusmuştum. Ben bu halde yaşayamazdım.

***

Bayan Stephany'nin günlüğü burada bitiyordu. Zavallı kadının yatak odasında asılmış bedeni olaydan bir hafta sonra bulundu. İki kızının çürüyen bedeninin yanında ise bu günlük bulundu. Bundan bir ay sonra ise Edgar ailesi buraya taşındı ve şu anda kızları Dina'nın garip davrandığını ve kahverengi gözlerinde ara sıra yeşil gözlerin belirdiğini söylüyorlar.

avataravatar
Next chapter