1 Bölüm 1 Buradan Çıkmam Lazım!

Attention!

This story is written in my native language, Turkish. Since my proficiency in English is not good enough to write, I used my native language. If you want to read the story, please use WebNovel's translation application or your browser's translation feature. I wish you a pleasant time.

Gözlerini açtığında karanlık onu kucakladı. Zifiri karanlık bir ortamın karanlığı değildi, gözlerinin görmemesinden ötürü ortaya çıkan karanlıktı. Gözleri karanlığı zamanla atlattı ve daha sonrasında neon ışıklarla donatılmış, koyu renkli bir oda kendisini karşıladı. Odanın bir duvarında devasa neon ışıklarla "PARABELLUM'A HOŞ GELDİNİZ Chuum!" Yazılıydı. Chuum kelimesi, yeşil neon renkli ışığın sonuna sarı neon renkte boya ile iliştirilmişti. Boyanın sonunda koyu renkli bir leke vardı ve ona eşlik eden çatlak da bir kafanın sığabileceği büyüklükteydi.

"Neredeyim ben…" Başının şiddetli ağrısıyla, kafasını tutarak ayağa kalktı. Sanki kafası ikiye ayrılacakmış gibi hissediyordu. Üstelik çevresindeki neon ışıklandırmalar da onun şiddetli baş ağrısını daha da arttırıyordu.

"En son hatırladığım şey ne?" Diye mırıldandı. "Evet, Cüneyt'in hayallerini süsleyen yatını almasıyla bunu bir kutlama gecesine dönüştürmüştük. Lanet herif, o yüzde seksenbeş alkol oranındaki içkiyi dışarı çıkardı ve ondan sonrasında…" Birden durakladı. Ondan sonrası yoktu. Ne olduğunu bilmiyordu ve kendisini neden bu karanlık ve kasvetli ortamda bulduğundan da emin değildi. Zaten kendisini bulması gerektiği yerde, burası olmamalıydı. Ya yatın güvertesinde baygın bir halde olması ya da kamarasında uyuyor olması gerekiyordu. Bu izbe, neresi olduğu bilinmeyen odanın içerisinde olmaması gerekiyordu.

Yürürken ayağı bir şeye takıldı ve hızla düştü. Ağzına dolan küfürleri saydırmaya başlamadan önce yerde yatan birisinin olduğunun farkına vardı ve hızla "Özür dilerim" diye mırıldandı. Gözleri açık haldeki kişi, bakışlarını ona döndürmeden tavana bakmaya devam etti. Bu da onu korkutmaya başladı.

Neler olduğundan emin değildi ama bu boş bakışlar, onu aşırı korkuttu. Elleri titreyerek de olsa, altındaki insan bedenine doğru gitti. Elini ağzına doğru uzattı ve nefes alıp veriyor mu diye kontrol etti. Sonuç, eline verilen tek bir nefes zerresi olmamasıyla birlikte korku onu ele geçirdi.

"Aaaa!!!"

Attığı çığlık ile birlikte, hızla bedenin üstünden kalktı ve kendini geriye attı. Kıç üstü yere düştü. Gözleri sonuna kadar açılmış durumda, bir süre öylece kaldı. Zihni buradan çıkması gerektiğini bağırsa da, bedeni bunların hiç birini dinlemiyordu. Yapabildiği tek şey sadece kıçının üstünde, ölü bedenin karşısında oturmak ve kesik kesik nefes almaktı.

Bir şekilde kafasını başka bir noktaya doğru çevirdi ve kendinden yarım metre kadar uzakta bir başka bedenin olduğunu gördü. Tıpkı diğeri gibi yerde hareketsiz yatıyordu ama bu bedenin gözleri ve ağzı zevkten kıvrılmış durumdaydı. Elbette onun ölü olması ve yüzünün belirli kısımlarında metallerin bulunması onun korku filminden çıkmış gibi görünmesine neden oluyordu.

"Benim, dışarı çıkmam lazım! Benim buradan çıkmam lazım! Kaldır kıçını ve koş!"

Kendi kendine verdiği emirler işe yaramış gibi görünüyordu. Bedeni hızla ayağa kalktı. Aniden ayağa kalkmasının kendisine nüksettiği şiddetli baş ağrısını umursamadan olabildiğince hızlı gördüğü ilk kapıdan içeri girdi.

İçeriye girdiği kapı arkasından tıslayarak kapandı ve nereye girdiğini anladı. Burası bir tuvaletti ve içerisinin loş ortamına göre çok daha iyi ışıklandırılmış durumdaydı. Elbette tuvaletin duvarlarının her köşesine irili ufaklı yazılar yazıyordu ama ışıklandırma sayesinde bu bile ona çok daha güzel görünüyordu.

Hızla lavabolardan birisine gitti ve musluğu sonuna kadar açıp ellerine dolan suyu yüzüne çarptı. Bunu iki kez daha tekrarladı. Ardından; mat siyah renkteki ekranın aynaya dönüşmesini ve kendi yansımasını ortaya çıkarmasını izledi. Ekranın üstünde "Merhaba Erdem Demir, bugün nasılsın?" Yazılı dijital bir metin vardı.

Erdem, kendisine yansıtılan görüntüye şaşkınlıkla bakmaya devam etti. Ayna ismini doğru söylemişti ama kendisine bakan görüntü kendisine ait değildi. Normalde kırklı yaşlarının ortasında, saçları beyazlamış, gurur duyduğu ülkücü bıyığı ile aynaya bakıyor olmalıydı. Ancak karşısında duran görüntü, yirmilerine bile basmamış gibi görünen aşırı sıska bir çocuğun görüntüsüydü.

Çocuk, siyah saçlara ve ametist rengi gözlere sahipti. Ten rengi o kadar beyazdı ki onu gören hasta olduğunu düşünebilirdi. Yansımadaki çocuğun göz rengine karşılık, herhangi bir albinoluk belirtisinin olmaması merak uyandırıcı olsa da Erdem için bu şu an önemli değildi. Yansımadaki çocuk, göz rengi dışında neredeyse kendisine benziyordu. Kendisi biraz esmer tenliydi ve yüzünün sağında aşırı büyük bir et beni vardı. Karşısındaki görselde bunlardan eser yoktu ve eğer biraz daha kilo almış olsa yansımadaki çocuk yakışıklı olarak bile sayılabilirdi.

Erdem'in elleri istemsizce yüzüne doğru kaydı. Aynadaki görselin de eli onu takip etti, yüzünün her noktasına dokundu ve ellerinin cildinde hissettirdiği duyguyu yaşadı.

"Bu kesinlikle gerçek… Ne oluyor amına koyayım! Bir içkinin bunları yapmasına imkan yok! Ben… artık ben değilim! Bu bir rüya olmalı! Evet, kesinlikle bu bir rüya olmalı!"Elleri saçlarının arasına girdi ve sımsıkı kenetlendi. Saçlarının çekilmesiyle birlikte kafa derisinden gelen acı bildiriminin gerçekliği onun irkilmesine neden oldu.

"Her şey çok gerçekçi…"

Bu noktada bir Budizm dindarı, bir çeşit reenkarnasyona inanan tarikat üyesi ya da bir çeşit kültür adamı olsaydı tüm bunları hızlı bir şekilde kabul etmesi mümkündü ama kendisi sıradan birisiydi. Gurur duyacağı iki şey vardı ve onlar işinnde kazandığı çok para ve o para için kıçını yalamaktan çekinmeyen güzel kadınlardı. Tüm bunların hepsi onun için çok gerçek üstüydü ve eğer birisi kendisine böyle bir hikaye anlatıyor olsaydı daha hikayeyi anlatmaya başlamadan onları susturur ve "Ne saçmalıyorsun sen?" Diye homurdanarak onu uzaklaştırırdı.

Şimdi karşılaştığı bu olay için ne diyeceğini yada ne yapacağını zerre bilmiyordu. Zihninde beliren tek şey buradan bir an önce çıkması gerektiğiydi. Yerde ölü yatan bedenlerin olması burasının er ya da geç polis kaynayacağı anlamına geliyordu ve ölülerin yanındaki tek yaşayan olarak suçlanacak tek kişi kendisi olacaktı.

"Kendine gel! Derin nefesler al ve zihnini odakla. Odanın içinde ölüler var, içerisi bir çeşit bara benziyor ve polisler her an gelmek üzere. Polisler seni gördüğünde sen "ben yapmadım" desen de inanmayacaklar ve seni suçlamak için her türlü delili bulmaya çalışacaklar. Haberler de seni kötülemek için elinden gelen her şeyi yapacak ve bu senin şirketinin borsada değer kaybetmesine neden olacak. Bir an önce buradan ayrıl ve arkana bakma!" Zihninde kendini düzene soktu. Erdem hiç vakit kaybetmeden tuvaletten dışarı çıkıyordu ki yüksek sesli bir patlama sesi uyandığı odayı ve tuvaletin içini doldurdu.

Erdem sesin gelmesiyle birlikte "İşte şimdi sıçtın! Polisler geldi! Erdem sıçtın! Sıçtın! Sıçtın!" Düşünceleri iyiden iyiye kontrolden çıkıyordu. Son bilinçli eylemi, tuvalette bir kabine girmek ve kapıyı arkasından kapatmaktı. Ayakları görünmesin diye klozete ayakları üstünde oturdu ve gelenlerin onu görmemesi için bu zamana kadar inanmadığı tanrıya dua etmeye başladı.

Erdem, gelen patlama seslerine eşlik eden birden fazla ayak sesine kulak kesildi. Erdem bu adım tarzını biliyordu, geçmişte şirketi için kiraladığı paralı askerlerin operasyon sırasında yürüyüş tarzı için kullandığı adım modelinin aynısıydı.

"Temiz!"

İsimsiz adamın bağırışıyla birlikte adım sesleri de kısa süreliğine kesildi. Kısa süreliğineydi çünkü, onlara eşlik eden bir başka adım sesi geliyordu. Bu adım sesi bir topuklu ayakkabıdan geliyor gibiydi.

Topuklu ayakkabının sesi mermer üzerinde net bir şekilde duyuldu. Adımlar bir süre daha devam etti, en sonunda durduğunda yaklaşık iki saniye kadar sessizlik hüküm sürdü.

Erdem, onların seslerini bulunduğu yerden iyi duyamadığından ne söylediklerini duyamadan da konuştukları şeyin iyi bir şey olmadığının pekala farkındaydı.

Erdem Demir bir kez daha kendisine "Buradan bir an önce çıkmam lazım!" Diye bağırdı. Çıkması ve buradan kurtulması gerekiyordu. Gençliğinin baharına geri döndüğü için ondan en iyi şekilde faydalanmalı ve şirketinden çok daha fazla güçlü yeni bir şirket kurarak büyümeliyiz. "Silahtan sonra otomobil en iyisi olurdu. Bildiğim kadarıyla şu an elektrikli araçlar son derece moda." Düşünceleri yüksek bir silah sesiyle sona erdi.

"BANG!"

"Her tarafa bakın, burada tek bir canlı kalması istenmiyor! Satış Temsilcisi Mayers buranın sadece beş dakika içinde temizlenmesini ve yarım saat içinde gelecek olan misafirlere hazırlanmasını istiyor! Kıçınızı kaldırmanın vakti geldi!"

Adamlardan hep birlikte "Evet Efendim!" Sesi yükseldiğinde Erdem'in üstündeki ucuz, sentetik malzemelerden yapılmış olan tişört terden sırılsıklam oldu. Konuşmayı bırak, nefes almaya bile cesaret edemeyerek ona doğru gelen ölümün soğuk nefesini sırtında hissetmeye başladı.

Hayır böyle ölemezdi! Gençliğini tekrar kazanmışken bu şekilde, bu sefil yerde ölemezdi! Kendisine bunu söylese de o savaşmak için yaratılmamıştı. Onun zekası, şemalarda ve iş dünyasındaydı. O işini yapar, silahını üretir ve satardı. Dövüşmek, asla onun yapması gereken iş değildi. Odanın içerisinde silah patlamalarının sesi duyuldu. Onu takip eden adım sesleri bu gürültüde çok zor ayırt edilebiliyordu. Erdem nefesini tutup tüm dikkatini dinlemek için ayırmamış olsaydı bu sesleri duyamayacağını biliyordu.

Bir tıslama sesiyle tuvaletin kapısı açıldı. İçeri giren kişinin adım sesleri hızla bulunduğu bölgeye yaklaşıyordu. Ölüm fermanı imzalanmıştı, burada ölecekti. Ölecekti! Bundan kurtulmasına imkan yoktu!

"Martin, tuvalette birisini arıyorsan sen aptalın tekisin!" Bir kadının sesi duyuldu ve adım atmaya devam eden diğer kişi durdu.

Bağırma, Erdem'in ölümden kurtuluşunun sesiydi. Cennetten gelen bir meleğin sesi, onu kurtaran azizin sesi. Erdem hayatı boyunca bir sesten bu kadar hoşlanmamıştı ve bir daha hoşlanacağından da asla emin değildi.

"Martin, cidden bu keşlerin malı çekmek için vakit harcamak yerine tuvalete gideceğini mi düşünüyorsun? Sırf, maldan daha fazlasını içmek için altına bırakırlardı."

Tuvaletteki diğer kişinin hafif homurtusu, Erdem için şenlik havası taşıyordu. Adım sesleri giderek uzaklaştı ve kapının tıslamasıyla birlikte adam tuvaletten dışarı çıktı. Erdem'de farkına varmadan tuttuğu nefesini bıraktı ve nefessizlikten çığlık atan ciğerlerine derin nefesler çekti.

"Az önce hayatım, ismini yada şeklini bilmediğim bir melek tarafından kurtuldu. Meleğin sesi o kadar güzeldi ki bir daha duymak için en azından bir milyon dolarımı vermeye hazırım."

Kadının sesi içi yaptığı yorum, alaycı olsa da Erdem gerçeği düşünüyordu. Uygun zaman geldiğinde gerçekten de o kadınla konuşabilmek için bir milyon doları yakmaya hazırdı.

Bu Erdem gibi birisi için son derece samimi sözlerdi.

Erdem, toplu adım seslerinin giderek azaldığını fark etti. Kırık kapı sayesinde dışarıdan gelen aracın gürültüsünü duyabiliyordu ve o da hızla ortadan kayboldu. Erdem işini sağlama almak için hızla tuvaletin penceresinden kaçamak bir bakış attı ve kimsenin olmamasına sevindi. Ancak kendisini şaşırtan bir başka şey ona eşlik etti.

"Lanet çölün ortasında neredeyim ben?" Düşüncesi hızla ortadan kayboldu. Buradan dışarı çıkmak için hızlı olmalıydı. Dediklerine göre yaklaşık yirmi dakika içinde birileri buraya gelecekti ve burayı ölülerden temizleyecekti. Onlar temizliği yaparken burada yakalansaydı onun da sonu tıpkı diğerleri gibi temizlik olacaktı.

Erdem hızla tuvaletten dışarı çıktı ve kırık kapıya doğru göz attı. Menteşelerinden ayrılan metal kapı şimdi yeri süslüyordu. Kapının hemen ortasında içeriye doğru çökmesine neden olan bir ayak izi görülebiliyordu. Bu devasa metal kapıyı kıran kişinin bir insan olduğunu anladı. Ancak bunu yapabilmek için ne kadar saf güç gerektirdiğini çok iyi bildiği için bunu sıradan bir insanın yapamayacağının da farkına vardı.

"Bunu ancak bir terminatör yapabilir! Siktir neredeyim ben? Bu lanet yerde nasıl yaratıklar mevcut!" Erdem, saçlarını çekiştirerek ne yapacağını bir süre düşündü ve yerde ölü bir şekilde yatmakta olan birisinin belinde soluk renkte parıldayan silahı gördü. Daha önce hiç görmediği bir tabanca modeliydi ve bir silah üreticisi için bu yeni model görmek onu incelmek için bir bayram duygusu verirdi. Erdem için ise şimdilik tek verdiği duygu hızla onu eline alarak içinde hissettiği güvenlik duygusunu hissetmekti. Sonuçta o hiçbir zaman dövüşmedi ama silahlarla nasıl ateş edileceğini biliyordu ve bunda da iyiydi.

Adamın, belinin arkasına takılmış silahı ve kemerine iliştirilmiş olan yedek şarjörü hızla eline alan Erdem, silahın doluluk oranına hızla baktı ve ardından ağzına sürülmüş olan mermiyi hızlı bir çekişle boşalttı.

Ağzında mermi olan bir tabancanın emniyeti açık olsa bile patlama olasılığı yüksekti ve sırf kazara da olsa kıçında patlayan bir silahı kimse istemezdi.

Erdem, masanın üstünde duran paraya da göz attı ve hemen onu aldı. Rulo halindeki paranın rulosunu açtı ve hızla parayı saydı. Sekizyüz eurodolar adında para ellerindeydi. Eurodollar da neydi? Erdem bunu bilmesede önemli değildi. Halihazırda beş parasız olan kendisi için bir dayanak noktasının olması gerekiyordu. Yoksa, nerede olduğunu ve ne yapacağını asla bilemezdi.

Erdem hızla kırık kapıdan dışarı çıktı ve çölün ortasına yapılmış olan bu binanın hiçliğe açılan bir kapı olduğunu anladı. Gidilecek ya da saklanacak bir yer yoktu. Görebildiği tek şey ıssız kum ve ona eşlik eden ve çalışmayı durdurmuş petrol kuyularıydı.

Bakışları çok uzaktan da olsa hologram şeklindeki reklamların sırayla gösterildiği, devasa binalara sahip beton labirentine doğru kaydı. Çok uzakta da olsa en azından bir medeniyet vardı ve bu onun için yeterliydi. Bir kez medeniyete girdiğinde nerede olduğunu öğrenebilecekti.

Böylelikle vakit kaybetmedi. Yoldan uzaklaşarak kumların arasından beton labirentine doğru yola koyuldu.

avataravatar
Next chapter